10 Şub 2011

Sunset Park - Paul Auster

İşte kaç gündür/haftadır hakkında yazmayı düşündüğüm ve nedense hep ertelediğim kitap. Aslında çıktığı zaman hemen aldım ama okumam zaman aldı, gezdi durdu benle baya, nihayet bitirdiğimde de yazmak için isteğim kalmamıştı.

Paul Auster'ı okumak, üzerinde durduğu her şeyi özümsemek herkesin harcı olan bir mevzu değil esasında, zira anlattığı çoğu hikayenin bir felsefesi var, öyle dümdüz okuyup geçmek baya baya sıkıntı verir insana, o yüzden şöyle bir geri çekilip düşünmek gerek üzerine. Ben bu süre içerisinde düşündüm desem yalan olur tabi, ara sıra aklıma geldi o ev sadece, öhm.

Kitap, Miles Heller'ın hikayesini anlatacakmış gibi başlasa da ilerleyen bölümlerde dahil olan karakterlerin derinliğinden sadece bir Miles Heller kitabı olmadığı anlaşılıyor. Miles'ın hikayesi üzücü, daha küçücükken ailesinin başına gelen korkunç kaza ve buna dair sadece Miles'ın bildiği bir sır var, bu sırla daha fazla yaşayamayıp ailesinden kaçışı, ardından hayatına yön vermesini sağlayacak olan Pilar'la tanışması ve Pilar'ın ablası yüzünden (belki de sayesinde)Florida'dan kaçarak, tekrar New York'a dönüşü anlatılıyor ilk bölümde. Esas hikaye de zaten New York'a dönüşünde başlıyor, Sunset Park sokağında, aslında belediye tarafından oturulması yasaklanmış olan bir evde, mezarlık karşısında terkedilmiş yıkık dökük bir harabede.

Sunset Park'ta birbirinden farklı 4 karakter yaşamaya başlıyorlar. Müzikle ilgilenen ve 'kırık eşyalar hastanesi' adlı dükkanda çalışan koca cüsseli, Miles'ın eski arkadaşı ve oraya yerleşmesinde yardımcı olan Bing, zamanının çoğunu üzerinde çalıştığı teze harcayan bunun yanında bir vakıfta çalışan sevimli (bana sevimli geldi:) Alice, kimliğini tam oturtamamış, zamanla kendini resime veren ve bu sayede özgürleşebilen Ellen ve fazla konuşmayan, içine kapanmış Miles. Kitabı güzel kılan da bana kalırsa dördünün kendi içinde verdiği mücadelenin Sunset Park' taki o harabede anlatılıyor olması, aslında o evin onların kendi içlerinde aşamadıkları o "şey"i atlatmalarına yardımcı olması belki de.

Paul Auster, karakter yaratmada çok başarılı, ne kadar yüzeysel karakterlermiş gibi gelse de okudukça öyle sıradan insanlar olmadığı anlaşılıyor bu kitapta da. Açık söylemek gerekirse, kitap yer yer sıkıcı gelebiliyor zira Auster çok sayıda filme, kişiye, romana göndermeler yapıyor, daha fazla zevk alabilmek için bunları bilmek çok daha anlamlı olurdu, öte yandan bizim toplumca belki de çok aşina olmadığımız beyzbol tarihi hakkında uzun uzadıya bir söyleve girişmesi de ayrıca bunaltıcı olmuş.

Her şeye rağmen sıkılsam da, Auster sıksın yeter ki diyorum. Bir parça hayal kırıklığı ile huzurunuzdan ayrılıyorum .)

3 yorum:

Sinem Ergun dedi ki...

Auster'ın yeni romanı çıkmış yaşasın düşüncesiyle kitapçıya gitmiştim haftalar önce, kitabı elime aldım ve arkasını okuyunca rafa geri bıraktım maalesef, çok depresif ve bunaltıcı bir kitap olacağını tahmin ettim. Sen de şimdi böyle yazınca haklı olduğumu düşünüyorum. Auster sıksın deyimin çok yerinde ama bu sefer uygulayamyacağım, umarım yakında yine bir kitap yazar ama bu sefer bu kadar kasvetli olmaz:)

ceren dedi ki...

ya evet aslında kitabın fonunda kasvet var gri pus falan, iç sıkıcı biraz sinem, ne bu kasvet dram falan etrafta bu ara yahu, amma meraklısı olmuşuz.

Okuryatar dedi ki...

Merhabalar,
Bir yazarlık teklifiniz var.
Çok yazarlı ve etkileşimli kitap inceleme topluluğumuzu, Elma Yayınevi’nin destekleriyle kurmuş bulunmaktayız. Henüz çok yeni olan bu toplulukta sizi de görmek bizi mutlu eder.
Bize katılın! Yayınlanmış ya da ilk kez yayınlanacak olan kitap yorumlarınızı bizimle paylaşmak isterseniz editor@okuryatar.com ‘da sizi bekliyor olacağız.
Bizi izleyin! Kendi bloğunuzda, facebook ve twitter sayfalarınızda http://www.okuryatar.com/ ‘a da yer açın.