29 Eyl 2010

Kitaplığını Göster Projesi

Bir arkadaşımızın ya da yakınımızın evine ilk gidişimizde eğer ki bir kitaplığı da varsa önünde durup bakınmayı severim zira okuduğu kitaplardan insan analizi yapmak çok mümkün ayrıca benim içinse apayrı bir merak konusu. Kimi makyaj çantası kimi vitrin kimi mutfak dolabı kimi çanta karıştırma meraklısıdır bende müzik arşivi ve kitaplık meraklısıyım.

Aklıma gelince çok şahane bir fikir gibi geldi. Hadi herkes alsın eline fotoğraf makinesini ya da telefonunu çeksin kitaplığının fotoğrafını göndersin bana, bende yayınlayayım burada, yorumlar yapalım, şenlenelim. Blogu olanlar kendilerinde de yayınlasınlar böylece çoğalalım. Ayrıca blogger olmamanız da dert değil. Eklemek istediğiniz cümleleriniz olursa onları da yazabilirsiniz. İlla ki kitaplık olması da şart değil, kitaplarınızı biriktirdiğiniz herhangi bir yer varsa yani ne olursa kabulümüzdür efendim. Ayrıca ben böyle çok düzgün değilde aşırı kitap fazlalığı olduğu için üstüste yığın halinde nereye konulacağı bilinemeyen kitap silsilelerini de çok seviyorum. Ben öncü oluyorum tabi ki. Buyursunlar benim kitaplığım;




Benim çoğu kitabım Ankara'da esasında. 2 senedir burada okuduğum kitaplar ve Ankara'dan gelirken yanımda kapıp getirdiğim (genelde çocukluk kitaplarım) birkaç kitabımı eklersek, ödünç alıp da verilmeyenleri de çıkartırsak böyle bir kitaplık çıktı ortaya. Bizim ki salonda olduğu için böyle düzenli olmak durumunda. Birkaç sene içerisinde ne durumda oluruz bilemiyorum.

Bu arada (izin almadığım için bir kısmını çektim:)) Barış'ın kitaplığını da yayınlıyorum arada ki farkı görün diye. Ben yeni yayınları okuyorum daha çok, eski kitaplar bile olsa genelde kitapçılardan aldığım için yeni basım oluyor. Barış, mesleği gereği ve zevki de o yönde olduğu için eski kitap seviyor. Benimkiler ne kadar rengarenkse onunkiler bir o kadar az renkli ve mis gibi eski kokmakta. Aslında Barış'ın kitaptan daha çok efemerası ve eski objeleri var onlarda kutularda saklı.

Hadi sıra sizde efendim, kimse göndermese bile bu da böyle bir anımız olsun.) Göndermek isteyenler cnoktaknokta@hotmail.com 'a gönderebilirler..

28 Eyl 2010

Alaycı Kuş


Suzanne Collins, ilki "Açlık Oyunları" olan, "Ateşi Yakalamak" ile devam eden ve son olarak "Alaycı Kuş" ile biten müthiş bir serinin yazarı. Birkaç ay önce ilk iki kitabı yalayıp yutmuş bir okur olarak "Alaycı Kuş"u nasıl bekleyeceğimi düşünüp durmuştum. Aklıma gelince bile heyecan yaptırıyordu bana, az önce bitirdim böyle bir seriyi okumuş olmanın mutluluğu ve hüznü içerisindeyim. Ne acayip, kitapların verdiği sersemlik duygusu keşke çok daha uzun sürebilse.. Neyse, konumuz bu değil.

Öncelikle belirtmeliyim ki, ilk iki kitabı henüz okumayan varsa, bu yazıyı okumak biraz anlamsız sizin için. Zaten kitabı çok anlatmadım daha çok bende yarattığı etkiyi yazdım. Spoiler olacak bundan sonrasında tekrar belirteyim.

Kitaba başlarken neyle karşılaşacağımı çok düşünmemiştim açıkçası ama diğer iki kitaptan daha farklı olacağının sinyalleri ikinci kitabın sonuyla zaten verilmişti. Ben biraz daha umutlu başladım okumaya. Ama distopik romanlarda çok fazla Polyanna olamazsınız. Bunu da ilerleyen sayfalarda hatırlattım kendime.

Katniss yine her koşulda aynı hareket eden, duygularına ve mantığına herşeyden önemlisi hislerine güvenen olgun bir kız. Kafa karışıklığı çok sürmüyor zira hepsinin üstesinden gelebiliyor kendi içinde. Bunun için ona yardım edenlerde, delicesine karşı çıkanlar da var. Ona yardım edenlere içten bir bağlılık duysa da, sevmeyenleri de umursamıyor. Böyle bir iç denge sağlamış kendisine. Okurun gözünde de bir süper kahramandan farksızlaşıyor tüm bu yönleriyle.
Tüm bunların dışında Gale ve Peeta var bir de tabi. Peeta, bu kitapta okuru ve Katniss'i bir hayli şaşırtıyor. Ama onu sevmekten hiç vazgeçemiyorum. Gale karizmatik bir avcı olarak kalmış aklımda, Peeta'da sevimli biri ama yeri geldiğinde güçlü kollarıyla sarıp sarmalayan duygusal bir çocuk. Bu yönleriyle Peeta'yı kendime daha yakın gördüm. Bu yüzden sonu beni memnun etti.
Ayrıca yazarın Katniss'i çok sert bir seçim yapmaya zorlamaması daha da mutlu etti beni. Klasik bir sonu olmasından çok korktum itiraf edeyim.. Katniss'in birini seçmemesinden ya da Peeta ya da Gale'in ölmesinden ya da herkesin içiçe mutluluk sarhoşluğuyla ülkenin kurtuluşuna kadeh kaldırmasından falan korktum. Sanırım bu yüzden Collins, biz Gale ya da Peeta'yı beklerken, ters köşe yapıp Prim'i öldürdü. Neyse ki Katniss bundan sonrası için Gale ya da Peeta arasında bir seçim yapmak zorunda kalmadı. Tüm yaraları, hüznü, kabuslarıyla kendisini Peeta ile yaşamın akışına bıraktı. Gale savaşı seçti belki de aradan çekildi.
Ne yalan söyleyeyim hüzün ve mutlu olma karışımı gözyaşları döktüm kitap biterken ..

Kitabın başlarında 13. mıntıkayı tanımaya başlıyoruz. Zaten çok güvenilir bir yer olmadığı içimize bir şüphe olarak başlarda düşüyor. O yüzden Katniss'in seçimleri kitabın başından sonuna kadar beni yine memnun etmeyi başarıyor.. Yine Snow'u hezeyan ve "bak ben kazandım şimdi" hisleri içinde öldürmediği için Collins'e minnet duyuyorum. Prim'e üzülüyorum. Katniss ve Peeta'yı kucaklıyorum. Aradan çekiliyorum.

27 Eyl 2010

Sahaf Festivalinden Fotoğraflar

Aman aman çekebildiğim fotoğraflar değil ama az çok fikir verebilir sanırım. Bu arada festival 3 Ekim'e kadar uzatıldı, hala gidemeyen varsa stantlar tıka basa kitap dolu bilginize:)












24 Eyl 2010

Yarım Bıraktığım Yazılar


Yazasım olduğu zamanlar son hız yazmaya başlıyorum, sonra "şak" diye kalakalıyorum, hevesim kaçıyor, kafam dağılıyor. Az önce 5 dakika kadar bakıştık kendileriyle. Dedim madem öyle, hepinizi bu utançla yaşamaya mahkum edeceğim, yarım yamalak yayınlanacaksınız bu blogun arşivinde bir utanç kaynağı olarak. (bu arada şu cümleyi bile kurana kadar kaç kez yarım bırakma raddesine geldim, neler oluyor tanrım)

Bu arada blogun ayarlarında bir problem yaşıyorum, yazıları renklendiremiyorum mesela. Barış'ı da Sahaf Festivali nedeniyle günde yarım saat görebildiğim için düzeltemiyorum.

İlk yazımı yazın sıcağında, henüz Bodrum'a gitmeden yazmışım. Başlığımız "Rehavet"

Çok şahane bir rehavet içerisindeyim, etrafta çoğu kimse öyle anladığım kadarıyla zira çoğunluğun yazısı şöyle başlıyor "bayadır bir şeyler yazmadığımın farkındayım" .. Blog yazmaktan usananlar Twitter başına !!
neyse, havalardandır diyelim.

Yazın zamanının çoğunu tv başında geçiren bir kimse olarak bundan utanıyorum, oysa etrafta okunacak ne çok kitap, keşfedilecek ne çok grup, çekilmeyi bekleyen ne çok kare var! Muhtemelen Eylül'de çıkacağım tatili bekliyorum. "Bodrum Eylül'de bambaşka" diyerek avutuyorum sıcaktan pelteleşmiş beyin hücrelerimi.
Vantilatör böyle nemli günlerin can dostu, kankası. Alışkanlık yapıyor meret. 2-3 gün önce evin içinde nereye gitsem peşimden götürdüğümü farkedip azıcık ara verdim.

Hı ne diyordum? Tv.. Hayır cidden izleyecek hiçbir şey yok. Zaten zamanın çoğu zap yaparak gidiyor. Tv'den arta kalan zamanlarda defterimi kalemimi alıp Ahmet Ümit'in "İstanbul Hatırası"nı okuyorum, konsantremi kaybedince Çilekeş'in "Histeri Çalışmaları"nı dinliyorum. Böyle yarı dolu yarı boş geçiyor günler..

2. yazım, "Neden Ünlü Olduğu Anlaşılamayan Ünlüler"

Öncelikle belirtmeliyim ki, "ünlü" kelimesi 5'ten fazla söylenince anlamını kaybediveriyor. Ünlü ne ki? diye kalakalıyorsun.

Tekrar belirtmeliyim ki gayet kişisel bir liste yapacağım. Listemde çok ünlü olmuş ama benim tarafımdan "neden ünlü olmuş anlayamadım" tepkisi verilmiş bir zat varsa kusuruma bakmayın, yapacak bir şey yok, bünyem bu kişileri "ünlü" olarak görmeyi reddediyor.

Ayrıca "ünlü" demek "matah" bir insan olduğuna da denk gelmez aslında. Ama gazeteyi ya da dergileri her açışımda aynı kişileri görüyorsam insanlar bu zatlara belli bir derecede önem veriyor demektir.

1. Lindsay Lohan : Benim aslında bu listeyi oluşturmaktaki en önemli sebebim bu kişi. Neredeyse hergün kendisiyle ilgili bir haber çıkıyor. Kendisini yıllar önce ilk kez klibinde görmüştüm, dans ederken falan. Bu kadar. Lezbiyen olması, hapislere düşmesi vs vs bu kadar ünlü olmasına neden olduysa varsın "ünlü" olsun. Benim için "anlamsız yere ünlü olmuş bir kişi" den ibaret.

2. Katy Perry : Bu kadının çok piyasa şarkıları olabilir, bu yüzden "ünlü" olmuş olabilir, gel gör ki canlı söylerken sesi rezilin de ötesinde. Kocaman göğüsleri var diye mi ünlü? Bilemiyorum. Antipatim, Snoop Dogg ile şarkı söylemesine rağmen geçmek bilmiyor.

3.

ahahah 3'te kalmışım, ilk 2 ismi yazmak rahatlatmış beni, atmışım sinirimi üzerimden .)

3. yazımın başlığı "Ev Halleri"

Dün Barış söylediğinde haklıydı sanırım.

ahahah, bu da bu kadar:) Bunda aslında evde hep aynı yerde oturduğumdan, oturduğum yerin çevresinde hayatım kolaylaşsın diye cd'ler, 1-2 kitap, evin tüm kumandaları, defterler, dergiler, kahve-çay fincanları, fotoğraf makinesi, saç tokası, kulaklık, sakız kaplı olduğunu falan anlatacaktım sonra anlamsız geldi onu da tek cümlesiyle bıraktım:)

Bir de sadece attığım başlıklar var ki onlara hiç girmeyeyim.) Neyse, bu da böyle anlamsız ama eğlenceli oldu.

21 Eyl 2010

Seven

Seven, 7 kadının, dünyada insan hakları, hak ihlalleri adına verilen yaşam mücadelesini anlatan bir tiyatro oyunu. Aslında tam oyun sayılmaz, zira bizim bildiğimiz tiyatro oyunlarına pek benzemiyor. Bir okuma tiyatrosu olarak hazırlanmış. Dünyanın 7 ülkesinden, 7 kadın aktivist ile yapılan röportajlara göre hazırlanmış ve 2007'den beri de gösteriliyor. Amerika sunumunu Hillary Clinton yapmış. Merly Streep, İrlandalı aktivist İnez Mc Cormak'ı seslendirmiş. Yani dünyada epey ses getirmiş ve önem verilmiş.

Bundan bahsetmemin sebebiyse, Perşembe günü (23 Eylül) Muammer Karaca tiyatrosunda ücretsiz olarak gidip izleyebilecek olmamız. Türkiye'de ki okumaları Fethiye Çetin, Füsun Demirel, Ece Temelkuran, Belçim Bilgin Erdoğan, Şevval Sam, Zeynep Eronat ve Lale Mansur yapıyor.

Hazır tiyatro sezonunu açıyorken, hızlı bir giriş yapalım, benim epey ilgimi çekti zira.


17 Eyl 2010

Beyoğlu 4. Sahaf Festivali , hepimiz davetliymişiz


Bu sene 4. sü düzenleniyor, gitmeyen çok şey kaçırıyor. Yıllardır arayıp bulamadığınız bir kitap ya da kitapçıdan çok pahallı diye alamadığınız bir ya da birkaç yüz kitap karşınıza çıkabiliyor.

Salı günü Doğan Hızlan'ın konuşmasıyla *Taksim Gezi Parkı'nda* resmi olarak açıldı, 28 Eylül'de de sona erecek. Sabah 10.00 dan gece 22.00 ye kadar da açıklar üstelik. Ben istediğim 3 kitabı da şak diye buldum, üstelik çok da ucuza. 5-10 tl idi benim aldıklarım. Daha da eşelemeye devam edeceğim. İnanır mısınız bilmem ama valizle kitap almaya gelenini bile gördüm:)

Pek çok gereksiz etkinliğin yerli yersiz duyurulması, bu festivalin ise bilinmemesi beni ve pek çok kitapseveri üzse de yetişebileceğimiz her yere duyurmaya çalışıyoruz. O yüzden bloglarınızda, twitter'da, facebookta vs. duyurursanız her şey daha bir anlamlı olacak .)

Gidelim biraz karıştıralım sayfaları, sahaflarla sohbet edelim, kitap okuyucusunu gözlemleyelim, bir çay/kahve içelim. Böyle etkinlikleri bulmak maalesef zor, oldu mu kaçırmayalım.

Bu arada, gelenler olursa bazen orada olabiliyorum tanışmış oluruz, muhabbet ederiz, Barış Sahaf civarında beni görebilirsiniz.

16 Eyl 2010

Dönüş'üm



İnternetsiz, televizyonsuz, bol fotoğraflı, bol kitap gazete okumalı bir 15 günün ardından buralara dönmek pek keyifli olmasa da, bu 15 gün içerisinde hayattan daha fazla keyif almanın yollarını kendimce belirlediğim için bundan bile keyif almaya çabalıyorum. Ohh, hep böyle bir cümlenin hayalini kurmuştum.

15 gün uçsuz bucaksız denize, doğan değil ama batan güneşe, dağlara tepelere, böcek seslerine o kadar kanalize olmuşum ki bugün yan apartmandan gelen halı tokmaklama sesini duyunca kendime geldim, buraya yazmam gerektiğini hatırladım. Hatırlar mısınız bilmem ama ben Ceren. Oturduğu muhitte, en çok apartman teyzeleriyle başı belada olan, halı çırpma sesine 1,5 yıl sonra bile hala tahammül edemeyen kimse. Hoşbuldum.

* Bodrum artık eski Bodrum değil muhabbetine elbette girmeyeceğim ama Cevat Şakir'in evini Sultanahmet Köftecisi yapan zihniyete kafa göz dalasım var.

* Bodrum esnafının gözlerini döndüre döndüre, sırf tatil yeri diye ne koparsam kardır diye bakınmasına kusasım var. Ulan pazarları bile dehşet pahallı.

* Her neyse bak yine şikayet insanı oldum. Oysa pamuk gibiydim güneşlenirken sere serpile.

* Tatilde iken 3 kitap okudum; Aylak Adam, Amcam Oswald, Beşpeşe.
* En çok Çilekeş'in "Histeri Çalışmaları" albümünü dinledim.
* En çok muhabbeti 68 yaşındaki mimar, entellektüel, stil sahibi Necmiye teyze ve 75 yaşındaki durmak nedir bilmez, benim gibi kahve düşkünü, en basit konuyu bile keyifle, dallandıra budaklandıra anlatan Recep Amca ile yaptım.
* En çok tatil sitesinin dedikoduculuğundan ve yeni aldığım terliğin soyulmasından şikayet ettim.
* En çok güneşin batışını fotoğrafladım.
* En çok tavuklu pilavı ve Nutella'yı özledim. En çok balık, makarna ve tatsız tusuz Sarelle yedim.

UYARI: Eğer Kamil Koç ile yaz aylarında yolculuk edecekseniz yanınıza, hırka, mont, atkı vs almanızda fayda var. Klimayı coşturuyorlar. Şikayet ederseniz "çok mu soğuk ki?" diyebiliyorlar.

Şimdi biraz fotoğraf ekleyelim bakalım.