31 Ara 2010

Neymiş 2010'un En'leri


Bende bir liste yapmazsam aklım kalırdı zaten eheh.

Aslında bu sene müzik adına dolu dolu bir yıl geçirdiğimi söyleyebilirim, buraya yazmadığım ama başka gittiğim konserler de oldu, yazdıklarım ise şurada zaten.
Şimdi düşünüyorum, en en çok Mika' nın performansından etkilendim, ki konsere kadar kendisini tanımışlığım yoktu, ondan sonra da oturup dinlemedim zaten ama konser müthişti. Gittiğimiz Jazz konserlerinde mekan olarak İksv Salon' u keşfettik ve oranında özellikle jazz tabanlı gruplar için şahane bir yer olduğunu söyleyebilirim. Keşfettiğim ve sıkı birer dinleyicisi olduğum pek çok grup oldu, ki onları da zaten zaman zaman paylaşıyorum burada. En çok dinlediğim 3 isim Last Fm'e göre, Beady Belle, Ceylan Ertem ve Bülent Ortaçgil olmuş, burdan da anlıyorum ki sert, metal, rock müzik anlayışım yerini yavaş yavaş daha sakin bir tarza bırakmış. En çok Bat For Lahes' ten "Daniel" şarkısını dinlemişim, 1 sene içerisinde.

Tiyatroya geçen sezon olduğu gibi ilgi gösteremedik zira öyle çok ilgimi çeken bir oyun görmedim ve daha da önemlisi üşendik birazcık akşam program yapmaya. Ama tekrar eski tiyatro alışkanlığımıza dönmek istiyoruz ve açıkçası biraz da özledim akşam oyuna yetişme çabalarımızı, bitince Barış' la eve dönene kadar oyuna verip veriştirmelerimizi. Elimde biletlerim var zaten Ocak ayında gidilmek üzere. Bu sezon sadece "4 kişilik Bahçe" oyununa gittik, çok da haz aldığımı söyleyemem.

Sinema açısından fena değildi, çok sinemada film izlediğimizi söyleyemem çünkü Barış'la ciddi bir düzen oturttuk izleyeceğimiz filmleri ya da kaçırdığımız filmleri dvd'cilerden bulup tatil günlerimizde ya da arkadaşlarımızla oturup açığı kapatmaya çalıştık, kaldı ki ben zaten sinemalarda artık maalesef film izleyemiyorum sinir krizleri geçirmekten, daha önce de bahsetmiştim, kulak sağlığımızı zorlayacak kadar yüksek sesli reklamlar, sağda solda kim var unutacak kadar şapır şupur mısır yiyen insanlar oldukça sinemaya gitmek benim için azap oldu, o yüzden evde izlemek her açıdan bana daha rahat gelmeye başladı, hem istediğim zaman durdurup yorum da yapabiliyorum özgürce, tabi bu demek değil ki hiç sinemaya gitmiyorum, benim için önemli olan filmleri sinema perdesinde görmeye bende elbette gidiyorum, çünkü onun zevki çok daha başka.
Bu sene en çok "İnception" ve "Black Swan" dan etkilendiğimi de söyleyebilirim. Dizi olarak ise "Supernatural" ı seçiyorum.

Gelelim kitaplara. Bu sene bol vaktim olduğundan çok sevdiğim alışkanlığımı daha da pekiştirdiğimi düşünüyorum. Etkilendiğim ve yeni keşfettiğim o kadar çok kitap oldu ki sınıflandırmak biraz zor.
Bu sene içerisinde en çok okumaktan zevk aldığım, eğlenerek okuduğum, hatta okurken kahkaha attığım isimler, Murat Menteş, Emrah Serbes (tek kitabını okumama rağmen) ve Alper Canıgüz oldu.
En çok etkilendiğim, yere göğe sığdıramadığım kitaplar, Ayfer Tunç "Yeşil Peri Gecesi" ve sevgili Sinem' in hediyesi Haruki Murakami' nin "Sahilde Kafka"sı oldu.
En çok etkilendiğim yazar (her kitabı için aynı şeyi düşünüyorum) Paul Auster.
En heyecanlı, soluk soluğa okuduğum kitaplar ise, Suzanne Colins' in Açlık Oyunları serisi oldu.

Muhakkak unuttuğum, atladığım isimler vardır, onlar aklıma geldikçe ekleme yaparım, sizinde bu sene içerisinde etkilendiğiniz, severek dinlediğiniz/okuduğunuz/izlediğiniz isimler ya da eserler varsa yorum bölümüne yazıp paylaşırsanız çok şukela olur.

Bu arada, sevgili Sinem beni mimlemişti, ona da biraz kısa da olsa yanıt vermek isterim.

2010' da benim için değişen pek bir şey olmadı, fotoğraf çekmek ve yukarda anlattıklarımın her birini yapmak beni en mutlu eden şeylerdi. 2011' de bunları daha da çoğaltmak başlıca amacım, özellikle fotoğrafın üzerine daha da çok gitmek ve teknik öğrenmek istiyorum. Daha çok amaç edinmek ve her birini layığıyla yerine getirmek istiyorum.

Geçen sene içerisinde beni burda kendi çalıp kendi oynadı havasına sokmayan:), yorum yazan, tavsiye veren, hatta birkaçıyla tanıştığım çok şahane insanlara burdan pek çok teşekkür ediyorum. Sevgiler, mutlu mesut yıllar..

27 Ara 2010

Erken Kaybedenler


Emrah Serbes' i şu sıra hakkında baya konuşulan dizi Behzat Ç. sayesinde tanıdım, bu arada nasıl şahane bi dizi o öyle! Bu sene keyifle izlediğim tek türk dizisi hatta (bu sezon kendime tv ile aşırı haşır neşir olmayı yasaklamıştım, 1-2 dizi yeter) Emrah Serbes, Behzat Ç. 'nin aslında kitabının yazarı. "Her Temas İz Bırakır" ve "Son Hafriyat" . Diziyle bu kadar haşır neşirken kitaplarını okumayı pek istemedim, o yüzden 'Erken Kaybedenler' le başladım okumaya, şimdiden sıkı bir takipçisi olma yolundayım kendisinin. Aslında bu sene beni baya güldüren 2 yazarla tanıştım, Murat Menteş ve Alper Canıgüz, Emrah Serbes'i de hemen bu kategoriye alıyorum. Şöyle bir baktığımda üçünün de birer afili filinta olduğunu görüyorum. Demek ki seneye okunacak diğer yazarlar belli, diğer filintalar.

Bu arada Erken Kaybedenler' i ben roman diye aldım, hikaye çıktı (böyle de dikkatli bir okurum), iyi ki de bilmeden almışım zira hikaye okumaya alıştıramıyorum bir türlü kendimi. Kitap, erkek çocuklarını ve büyürken yaşadıklarını anlatıyor kabaca, ama ne anlatma! Ben ciddi anlamda anlatım tarzından çok etkilendim, çok keyifli, çok komik, hatta acı verici (şehit kardeşinin hikayesi mesela) hikayelerdi. Özellikle 2. hikaye beni cidden çok güldürdü, daha kaç kere okurum bilinmez bu şahane öyküleri. Zaten elinize aldığınızda şıp diye bitiyor, hem çok ince hem de insanda delice okuma isteği yaratıyor. Bu arada ince dediğime de bakmayın, ne aforizmalar sığmış o incecik kitaba!

Aslında kız-erkek farketmez herkes çok keyifle okur ama erkekler daha da keyif alarak okurlar sanırım zira kendi çocuklukları anlatılıyor. Herkese bir parça Emrah Serbes, Murat Menteş, Alper Canıgüz ve benim henüz keşfedemediğim yazarların kafasından diliyorum.

Black Swan


Düne kadar yani filmi izleyene kadar 'Black Swan' dendiğinde aklıma Tori Amos' tan başka bir şey gelmezdi diye gereksiz bir bilgi vererek başlayayım anlatmaya. Öncelikle, film 25 Şubat'ta Türkiye'de gösterime girecek ama o kadar sabırlı bir kimse olmadığım için büyük bir merakla kuruldum filmin başına. Sabredip sinemada izlemek isteyen de baya bir insan var, onlara da inanılmaz bir saygım var onu da belirteyim zira sinemada izlemekle malum sitelerden indirilmiş film izlemek apayrı, ki bilirsiniz.

Filmi izlediğimden beri hikayenin çok basit olduğunu ama nasıl bir ciddiyetle, gerim gerim gererek işlendiğini ve böylelikle müthiş bir filme dönüştüğünü düşünüyorum.
Aslında hikaye, senaryo inanılmaz basit, hani anlat desen şimdi bi tane kız var, balerin, adı nina falan diye olaya girilmez, girilmemesi de lazım esasında. Filmi sanırım bu kadar 'konuşulan' yapan Natalie Portman' ın çarpıcı oyunculuğu, Darren Aronofsky' nin her zamanki şahane yönetmenliği ve filmin nerdeyse her karesinin çok estetik görünmesi. Balerinleri ve baleyi görsel anlamda şahane bulmayan var mı acaba.

Balenin disiplin gerektirdiğini hep sağdan soldan duyarım ama filmde resmen iliklerinize kadar hissediyorsunuz, normalde balerin olmayan Natalie Portman, Nina Sayers olabilmek için uzun süreler çalışmış, ki Oscar'ı hakettiği fikrinde bende pek çok kişi hemfikirim.

Eğer psikolojik gerilimden hoşlanıyorsanız, film bittikten sonra arkanıza yaslanıp 'aslında o obje bilinçaltında şunu yansıtıyor, demek ki kadın o yüzden şöyle böyle yaptı' gibi film bitti konu kapandı diye düşünenlerden değilseniz, filmden hoşlanacağınızı garanti edebilirim. Bir ufak bilgi daha, film İmbd' de 8.8 puanda.

Şimdi gelelim SPOİLER 'lık kısma. Filmi izlemeyenlerin okumasını tavsiye etmiyorum bundan sonrasını. Çok zararlı bir bilgi yok ama yorum var.

Burda filmi anlatmak yerine filmde sevdiğim, etkilendiğim ögeleri yazacağım.

* Nina' nın annesinin Nina'da yarattığı kontrol, otorite müthiş etkileyiciydi. Black Swan'a dönüşürken aslında sanki önce kendi tabularını aştı daha sonra sanki daha zorlayıcı olan annesininkini.

* Nina' nın sesindeki ürkeklik beni çarptı resmen, daha iyisi olamazdı, ara sıra bende tırmaladım kendimi, bağır artık şuna birazcık bağır diye.

* Black Swan' ın sahneye çıktığı andan sonuna kadar soluksuz ve defalarca izledim, filmin en etkileyici sahnesi bana kalırsa oydu, ardından Leroy'a verdiği öpücükle nasıl bir dönüşüm geçirdiği zaten gayet belli oldu.)

* Sonunda ne olacağı zaten belliydi ama nasıl olacağını kestirememiştim, beklediğimden de iyiydi, nedense Nina' nın özgürlüğüne kavuştuğunu düşündüm ben hikaye gibi, huzura erdiğini.

26 Ara 2010

Milliyet' e mi çıktım ben şimdi?





Artık alınmaya başlamıştım ki, güzel bir şey oldu, Milliyet Akademi ekinde Nisan ayında yazdığım Pazar günü yazım yayınlandı. Çektiğim fotoğraflar ve kendimi anlattığım yazının da sayfaya konulmasına epey şaşırdım ve hoşuma da gitti. Yayınlanmasına vesile olan Selman'a ve gazeteden ilgili çalışanlara pek çok teşekkür ederim, hoş bir anı bu bize.

* Bu arada başlıkta cidden şahane olmuş:)

14 Ara 2010

Kontrol Bende!

* O kadar üşengeç ve düzen manyağıyım ki, her gün salonda yaptığım kahvaltıyı ve bilgisayarı mutfağa taşıyınca kendimi ciddi anlamda tebrik ettim.

* Anlık karar verebilme yetisine sahip değilim. Biri akşama bir yere mi çağırdı, ertesi gün bir yere mi gitmem gerek, önce bi düşünmem gerek! psikolojimi ayarlamam gerek! Of bıktım kendimden, Ankara'lı olmam ve 20 sene orda yaşamam sonrasında muhtemelen böyle oldum, zira Ankara'lılardan son zamanlarda çok duyuyorum bunları. Evden çıkmak için can atarken insanlar, ben neden stres oluyorum?

* Eve misafir gelecek diyelim. Oturup mönü hazırlıyorum, sonra kaç gün önce hazırlık yapmam gerektiğini düşünüyorum, ardından da saatlerini ayarlıyorum. Her şey dört dörtlük olmalı! Genelde her şey yolunda gidiyor ama misafir geldiğinde kafadan o kadar bitap düşmüş oluyorum ki, tadını çıkaramıyorum.

* Hayatım boyunca kural manyaklığından olsa gerek, kopya çekemedim mesela ben, öğretmen çekin diye gözümüze baksa bile, kağıt önümde açık olsa bile. Kızlar farklı gömlekler, renkli çoraplar giyerken ben özendim, bir kere yanıma parfüm aldım onda da çantalarda arama yapıldı, delirdim. Bir keresinde de, (ilkokul 5 falan olsa gerek) öğretmen ödev kontrolü yaparken unuttuğumu farkettim, yanımdaki arkadaşım hemen çizeyim seninkini dedi, istemedim, diğer arkadaşıma çizdi hemen, ben gururumdan olsa gerek, ilk kez tokat yedim, gururlu tokat! Unutamıyorum, kulak resmiydi. Öğretmenimi de unutamıyorum, ailesiyle samimi olduğu çocuğu ödevi yapmamasına rağmen tokatlamadığı için.

* Bir de sorumsuz insanlardan nefret ettim hep. Stressiz, rahat, aman yaparızcı insanlardan. Ama en çok da onlar gibi olmaya özendim.

* Böyle olunca plan yapmanın nirvanası evlenirken oldu, beynimi öylesine yordum ki, keza Barış'ta öyle, balayında anlamsız bir boşluğa düştük ahaha, napcaz şimdi diye:)

* Zor valla zor. Rahatlamak lazım.

11 Ara 2010

Birtakım Serzenişler

* "Karı gibi gülmek", "karı gibi kaçmak", "karı gibi ağlamak" . Böyle lafları duydukça kan beynime sıçrıyor, etrafta bilip bilmeden konuşan o kadar insan/denyo var ki onlara ne deseniz boş, ama kimse bir şey söylemezse de vay halimize.

Yahu nedir istediğiniz kadınlardan? Birbirinizi yermek için kullandığınız tabirlerin bile ucu kadınlara dokunuyor. Nedir "karı gibi gülmek" mesela? Hele bu lafları bir kadından duyuyorsam ciddi anlamda uyarma ihtiyacı hissediyorum. Sende kadınsın ama kendi gülüşünü aşağılıyorsun, karşındakini küçük düşüreceğim diye. Kadınlar, kendi kadınlıkları üzerinden prim yapmaya uğraşıyor, sonra da erkeklere kızıyor, ne komik.
Bir de "kadın" kelimesini özellikle kullanmayıp "bayan" kelimesini kullananlar var. Bazen soruyorum neden özellikle kullanmıyorsun diye, "kadın" ayıp ve kaba kaçıyormuş. Neden? Kadın neden ayıpla bağdaştırılıyor ki sürekli?

Kendi kendimizi devamlı kalıplara sokma ihtiyacı duyuyoruz. Bravo bize! Sonra da kalkıp "özgür değiliz" diyoruz. Olmadığımız kesin ama önce kendi dilimizdeki, beynimizdeki kalıplardan bir kurtulsak diyorum?

23 Kas 2010

Tesadüfen Keşfedilmek

Gün geçmiyor ki yeni bir 'tesadüfen keşfedilme' hikayesi okumayalım, duymayalım, sinirden köpürmeyelim. Evet sevgili dostlarım son zamanlarda şöyle bir hikaye duymayanınız kaldı mı? Yok efendim, ben cafe' de oturuyordum, ünlü yönetmen meğersem beni izliyormuş, bana kartını verdi, ben inanmadım "neden ben" dedim, sonra filminde oynadım, dizilere geçtim zırt pırt.
Ben okulumun bahçesinde yürüyordum, birisi gelip bana kartını verdi, aramadım önce sonra içime kurt düştü, arayayım dedim, ünlü oluverdim.

Off ki ne off!

Bu hikayeleri duydukça arkadaş siz nerelerde geziyorsunuz diye sorasım geliyor. Çok mu ünlü olmak istiyorum? Yooo, hayır. Şanslı olmak istiyorum herhalde, önüme bir kerecik lap diye bir fırsat çıksın istiyorum belki biraz da, o yüzden bu kıskançlık vaziyetim.

Şimdi soruyorum size, ey sevgili yönetmenler, yapımcılar, senaristler, abiler, ablalar;

Nerelerde geziyorsunuz? Yolda yürürken, cafe' de kahve içerken, "abi hesap lütfen", "tuzu uzatır mısınız", "paramın üstü gelmedi" derken , otobüste akrobatik hareketlerle tutunmaya çalışırken size rastlama olasılığımız kaçtır? Hayır ona göre en kibar ve şirin ya da vamp halimi takınacağım da.

22 Kas 2010

Yeşil Peri Gecesi

Dün gece kapağı kapattığımdan beri dertlendiğim tek şey "ben şimdi bu kitabın üzerine nasıl kitap okurum?"
Hatta bu sabah, dün gece bitirdiğim kitaba yeniden başladım, sonra saçmaladığımı farkettim, bilemiyorum aslında her an yeniden dönebilirim başına.
Kitap hakkında düzenli, titiz bir yazı yazamam diye düşünüyorum zira çok beğendiğim şeyler hakkında "şahaneydi" den öte bir his, bir yorum yazamıyorum, konuşamıyor ve de anlatamıyorum (bu da kendimle ilgili yeni saptamalarımdan biri)
O yüzden pek "kitap tanıtımı" gibi olmayacak sanırım bu yazı. Farkettiyseniz hala yazıya da giremedim.

Önceki yazımda "Kapak Kızı" kitabından bahsetmiştim, öncelikle şunu belirteyim ki, bu kitaptan önce onu okumak çok acayip gerekli olmamakla beraber bende "iyi ki onu önce okumuşum" hissi yarattı, zira orada bahsedilen 3 karakter size bu kitapta çeşitli yerlerde göz kırpıyor, onların Kapak Kızı'nda belirsiz biten sonları bu kitapta aydınlanıyor (hatta böylelikle sonu belirsiz biten kitaplarda kendi kafamızdan yazdığımız mutlu-mutsuz sonlar, yürüttüğümüz tahminler ne derece doğru ne derece saçma az çok anlamamıza neden oluyor- ki bu açıdan beni yerle yeksan etti kitap, eğer amacı buysa başarılıydı da).

Söyleyebilceğim çok şey var, ama nasıl anlatsam bilemedim. Bir kere fazlasıyla şey öğrendim
Ayfer Tunç çok usta bir kalem, özellikle kurduğu cümlelere, benim için yeni olan kelimeleri (fazla da bilinmeyen) ustaca cümlelere yerleştirmesi, satır aralarında şiir-şarkı sözleri-roman alıntıları kullanması ve tüm bunları kitabın arkasında kaynakçalandırması benim bu kitabı sevmem için yeterli bir sebepti zaten (bir de Edip Cansever hayranı olması) ama bununla da yetinmeyerek, gerçeğe uygun bir hikayeyi aile, sevgili, arkadaş, kişinin kendisi tarafından da en yalın haliyle göstermiş. Bu kitapta her türlü duygu yoğunluğu var esasında, sevgi, aşk, umutsuzluk, ölüm, kalım aklınıza ne gelirse. Tüm bu duyguları en içten şekilde yazmış yazar. Kitaptan öğrenip denediğim yemekler bile oldu-ki yemek metaforunu da bolca kullandığını düşünüyorum, pek bir iştahla okuduğum bölümlerde olmadı değil bu bağlamda.

Konu hakkında ne desem yavan kalır, Ayfer Tunç bir röportajında "Şebnem, Kapak Kızı'nda romanın nesnesi gibiydi, Yeşil Peri Gecesi'nde öznesi oldu" demiş, kendisininde yine bahsettiği gibi bu romanda Şebnem' in adım adım neler yaşadığını , çürümeye doğru nasıl gittiğini görüyoruz, bu arada da göz yumduğumuz, görmezlikten geldiğimiz acı gerçeklerle, ikiyüzlülerle de de bolca yüz yüze, göz göze gelerek.

Kitapla ilgili en çok hoşlandığım şeylerden biri de, bolca parantez içi anlatımına başvurulmasıydı-ki bu anlatım şekli bana daha da sahici geliyor, sanki karakterler parantez içinde daha saf hallerindeler gibi.

Daha da ne yazabilirim bilmiyorum, müthiş etkilendim ben Kapak Kızı' nda içten içe sinirlendiğim, Yeşil Peri Gecesi' nde fazlaca sevdiğim, beni oldukça sarsan Şebnem' den, Ayfer Tunç' un yazım tarzından, doğrudan anlatımından. Kaç kere daha okurum bu kitabı henüz bilmiyorum. Devamı gelse keşke diye düşünmeden de edemiyorum.

21 Kas 2010

Kitaplığını Göster Projesi Hakkında

Efendim, çok şahane projemiz bugün itibariyle sona ermiştir, ilgilenen, büyük bir şevkle fotoğraflar çekip bana yollayan, kendi blogunda paylaşan, güzel sözler söyleyen herkese pek çok teşekkür ediyorum. Bu mevzu ilk aklıma geldiğinde acaba ben sadece yayınlamakla mı kalırım demiştim, hatta not düşmüştüm kimse yollamazsa bu da böyle bir anımız olur diye, ama sonra gelen tepkilerle ne de şahane bir şey yapmışız diye düşündüm. "Proje" kelimesi bana her yazışımda 'aman da aman ne de büyük bir şeymiş' gibi gelse ve inceden kendimle dalga geçsem de kitabın girdiği her şeyin büyük olmasını istediğimden olsa gerek ayrıca ket vurmaya çalışanların da inadına ciddi cümlelerle yazdım. Hatta şu yazı bile çok ciddi olmaya başladı sanki. Neyse, teşekkür ederim bir kez daha herkese, devam etmek isteyen varsa elbette kendi blogunda paylaşabilir.

20 Kas 2010

Ruhsar' ın Kitaplığı

Görür görmez bir sahaf sever olduğunu düşündüğüm Ruhsar' ın kitaplığı karşınızda:) Teşekkür ederim kendisine katkısı ve güzel sözleri için..




Kütüphanemde bazı kitapların ilk basımları var,1940 ve 1950 lerden..Aslında ikiye bölünmüş bir kütüphane; yarısı ve özellikle 1000 Temel Eserler(1970'ler) kızıma gitti.Varlık yayınları bende kaldı çok şükür..Bu girişim çok sevimli geldi bana,herkes adına teşekkürler..




15 Kas 2010

Antep Gelini' nin Kitaplığı

Gerçekten çok çeşitli kitapların bulunduğu bir kitaplık bu, sahibesine hem gönderdiği için hem de kolaj yapıp üzerine yazı da eklediği çok teşekkür ediyorum.



"Bizim de evde en sevdiğimiz köşelerden biri kitaplığımız, diğeri de film arşivimizdir.
Evlenmeden önce kendi evlerimizde bulunan kitaplarımızı evlendikten sonra biraraya getirdiğimiz için tür bakımından oldukça çeşitli kitaplarımız var. Fotoğraflarda iki ayrı şekilde görülen kitaplığımız bir önceki evimizde bir duvarımızı kaplıyordu ama taşındıktan sonra ayırmak zorunda kaldık. Raflardaki kitapları tek tek çekip kolaj yaparak kitaplığımızın hangi kitaplardan oluştuğunu göstermek istedim. Sizinde göreceğiniz gibi kitaplığımızda felsefeden, dini konulara, fantastik romanlardan, şiirlere, tübitak yayınlarından national geografic dergilerine kadar farklı kitaplarımız var. Ayrıca kişisel gelişim, işletim sistemleri, pc programları, ingilizce ve rusça roman, sözlük, kalite çalışmaları ile ilgili olmak üzere de mesleki kitaplarımız da bulunuyor. Umarım ilerde kızım da bu kitaplığın kıymetini bilir :)
Böyle bir projenin oluşmasını sağladığınız için çok teşekkürler.
Sevgilerimle"






14 Kas 2010

Saw 3d (mi?)


Öncelikle belirtmeliyim ki, 5 dakikadır ekrana bakıyorum ne yazsam "çok berbattı" haricinde diye. Fikrim ilk satırdan belli oldu sanırım, evet cidden çok kötüydü yahu.
Saw serisini en son 3. filminde tövbe ederek bırakmıştım. Bugün bayadır sinemaya gitmiyoruz diye filmleri yoklayınca, 3d olduğunu ve 'gerçekten' son olduğunu öğrenince aradan uzun zaman geçti belki ilk filmdeki orijinalliği yine yakalayabilmişlerdir umuduyla gidiverdik.

Bir kere cidden geriyor-ki bu sizin için önemliyse, hikayenin zayıf olması çok umursadığınız bir durum değilse evet gidebilirsiniz.

Eğer, 3d olsun da ne olursa olsun diyenlerdenseniz, gitmenizi önermem zira 3d namına cidden hiçbir şey yok! Üzerinize 1-2 kere et parçaları fırlıyor o kadar. Bu 3d mevzusu bizim gibi 3d manyakları için atılmış bir yem gibi duruyor.

Görüntüler diğer filmlerinde de böyle miydi bilmiyorum (1-2-3 hariç) ama bu filmi kesinlikle yarma, biçme, kesme, yontma, yakma, vs açısından bol malzemeliydi. Çok tıka basa yedikten sonra gitmenizi önermem. (yarısına bile gelmeden çıkanlar oldu, azimle dayandık)

Seyirciyi de salak yerine koyduğunu düşünüyorum zira gittikleri yol saçma sapan, sonu saçma sapan yani aman aman sürpriz bir son yok. Benim için tek sürpriz Linkin' Park' ın solisti Chester Bennington' ı kurban rolüyle ufak bir (benim için ufak, kurban için kocaman mı desem) rolde görmem oldu.

Budur yani. Başka da bir şey ifade etmiyor bana 3d diye yutturulan bu film.

12 Kas 2010

Colette' nin Kitaplığı

Sevgili Colette 'nin kitaplıkları için ne desem birkaç dakikadır düşünüyorum, eğer okumayı bırakmazsam (ki bu imkansız) ben de evimin her yerinin böyle kitaplık olmasını isterim, ben bayıldım! okumayı, araştırmayı seven bir aile oldukları bir bakışta da anlaşılmıyor mu sizce de?





Bizim evde erişkin sayısı 3 ,dolayısıyla evin her odasında kitaplık var.Üstelik hepimizin mesleki kitaplarının dışında hobileriyle ilgili kitapları da var hal böyle olunca bazı raflara kaçak kat da çıkmak zorunda kaldık.
Seni bu güzel projenden dolayı kutluyor,'kitap sevgiyle dolu bol okumalı günler hepimizin olsun' diyorum.





11 Kas 2010

Sessiz ve Sonsuz' un Kitaplığı

Kitaplığın iyisi kötüsü olmaz belki, sonuçta her kitaplık iyidir - içinde kitap olduğu müddetçe.) Ama sanki bu kitaplık gözünüzü ayıramayacağınız cinsten zira epey renkli, ki bundan kastım rengarenk olmasının yanında gayet çeşitlenmiş kitapların da olması. Sahibesine pek çok teşekkür ediyorum:)


"15’li yaşlarımda başlayan Ümit Yaşar Oğuzcan ile şiir, Agahta Christie ile de roman okumaları “maceram” bugün bana çok zengin içerikli bir kitaplık kazandırdı. Macera diyorum çünkü her kitap kendi başına bir macera bana göre. Fotoğraflarda gördüğünüz kitaplık evimdeki kitaplıklardan sadece 1 tanesi :)

Zaman içinde yoğunlaştığım konularda gelişti, değişti. Şiir, roman, araştırma, biyografi, kişisel gelişim ve tasavvuf konularında geniş bir yelpaze ile kitaplar benim hayatımın resmen bir parçası oldu. Okumadığım bir günüm geçmez. Bundan mutluluk duyuyorum.

İyi ki kitaplar var hayatımızda.

Uzun bir ömrümüz olsun. Okuyalım, öğrenelim, gelişelim. Çünkü öğrencilik de bakî :)

Sevgi ve selâm ile."




10 Kas 2010

Kapak Kızı

Son günlerde gazetelerde, internette sık rastladığımız bir kitap "Yeşil Peri Gecesi". Bu kitap, Yeşil Peri Gecesi' nden önce kitaba (sanırım) zemin hazırlamak için yazıldı. Ayrıca, Ayfer Tunç 'aynı zemin aynı inşa' olmak üzere tekrar gözden geçirerek yeniden yazmış Kapak Kızı' nı. Ben yazarın gözden geçirdiği 2. baskısını okudum ve onu anlatmaya çabalayacağım (dünden beri bu yazıyı yazmaya uğraşıyorum)

Kitap hakkında ilk olarak bilmemiz gereken şey, kitabı 3 kişinin yorumuyla dinleyecek olmamız. 3 ayrı karakter var birbirinden bağımsız, ortak noktaları ise önceleri sadece bir "kapak kızı" ndan ibaret olan Şebnem. Şebnem hakkında bilinen çok somut bilgiler yok, karakterlerin sadece hayatlarının belirli evresinde Şebnem' e dair yaşadıkları "an"lar var, Şebnem' in kendi hayatlarına hiç bilmeden de olsa yarattığı irili ufaklı sarsıntılar var. Evet, ortak noktaları Şebnem ama gerisi tamamen ayrı, apayrı. Bir nevi karakterlerin kendi kendilerine yaşadıkları iç hesaplaşmalar.

Roman, karlı bir gecede bir trenin Ankara' dan İstanbul' a doğru yola çıkmasıyla başlıyor. Ayfer Tunç, usulca giriyor Şebnem' in hikayesine, ilerledikçe anlamaya başlıyoruz girintileri çıkıntıları ama ilk başta anlamlandırmak zor sanki. Konu Şebnem, ama Şebnem yok, yani yaşadığı hayatın büyük kısmını, duygularını, hırslarını, korkularını, sevinçlerini, o an nerde olduğunu, nerde yaşadığını, ne yaptığını bilmiyoruz, onu anlatan, onu hayatının belirli evrelerinde kısa aralıklarla yaşamış olan bu 3 kişi: Radyocu Selda, bankacı Ersin ve tren garsonu Bünyamin.

Tren, o karlı havada bu 3 karakteri bir araya getiriyor ve romanımız akıp gidiyor. Kapağı kapattığımızda da Şebnem hakkında kocaman bir soru işareti bırakıyor. İşte bu yüzden de hemen "Yeşil Peri Gecesi" ne saldırıyorsunuz. Benim anladığım kadarıyla Kapak Kızı'nı okumadan Yeşil Peri Gecesi de okunabiliyor, dediğim gibi bir seri değil tam anlamıyla adeta yazarın Şebnem' in zeminini oluşturduğu bir yandan da diğer karakterlere hayat verdiği bir roman bu. Bu 3 karakter Şebnem' in hikayesine dahil olacak mı henüz bilmiyorum.

Bugün Yeşil Peri Gecesi' nin de ilk 100 sayfasını okudum ve Kapak Kızı'na anlatım bakımından, akıcılık, yorum bakımından çok benzemediğini söyleyebilirim. İlk 100 sayfanın yorumunu yapmak için belki erken ama şimdiden şahane bir kitap okumaya başladığını hissettirdi bana, hatta başına dönmek için sabırsızlandığım.

mkblkonsept' in Kitaplığı

Sevgili mkblkonsept' in kitaplığı göründüğü üzere şahane! Böyle güzel bir kitaplığı yazısız bırakmak istemedim beni kırmadı ve üzerine bir şeyler yazdı, bundan sonrasında da gönderecek olanlardan ricam, kitaplığınız üzerine birkaç cümle de olsa bir şeyler yazmanız, benim gönlüm üzerine konuşmadan sadece fotoğraf yayınlamaya el vermiyor.)



"Biz evlendiğimizde evimizde perdemiz yoktu ama kitaplığımız vardı J

Biz evlenince kitaplarımızda birleşti kocaman bir kitaplık oldu.Bu gördüğünüz kitaplıkta gördüğünüz kadar daha kitaplarımız var ama yerimiz olmadığından eşimin annesinde duruyor şimdilik.


Hazır konu kitaplıktan açılmışken bir şey anlatmak isterim. Alt kat komşumuzun yaşlı babası vefat edince 100 adet kitabını verecek yer arıyorlarmış ve o kitaplar geldi bizi buldu J

Bizdeki sevinci gelin siz düşünün. O gece tüm kitapları çıkartıp kolilerden tek tek baktık büyük bir sevinç yaşamıştık. Biz bu kitapliğı kizımıza miras bırakacağız.Umarım sever okumayı."



Göndermek isteyenler "cnoktaknokta@hotmail.com" a mail atabilirler.

9 Kas 2010

Anne Müdürü' nün Kitaplığı

"Kitaplık demeye dilim varmıyor ama" diyerek bana fotoğraf yollayan annemüdürü' ne teşekkür ederim:) Biriktirememesinin nedeni sanırım her gittiği yere kitap bırakıyor oluşundan (aslında hoş ve değişik bir fikir)


2 Kas 2010

İyisiyle Kötüsüyle 29.Tüyap Kitap Fuarı


Fuar bitmeden böyle bir başlık atmak manasız mı? Benim için değil zira bir daha ki etkinliğe kadar kendimi motive edemezsem bir daha gitmeyi pek düşünmüyorum. O yüzden kendimce iyisini kötüsünü şimdiden yazmaya karar verdim.
Daha önce de bahsetmiştim, geçen sene Barış' la gitmiştik, dönüşte "bir daha hayatta olmaz" gibi laflar etmiştik, bu sene Barış katılımcı olarak davet aldığı için tıpış tıpış gidip geliyor, bende bir kereden bir şey olmaz diye kendimi gazlayarak gittim. Hiç gitmeyenler, 'niye bu olumsuzluk' diye sabırsızlanabilirler, söyleyeyim, yol+trafik+kalabalık/yemek problemi%umduğunu bulamama gibi bir denklemi var-ki işin içinden çıkılamıyor.


Şimdi, sırayla açıklayayım.

Bir kere bize haddinden fazla uzak. Sadece bize değil, İstanbul' un nerdeyse bir diğer ucunda, dışında, bu kocaman etkinliği neden orda başlattılar, orda devam ettiriyorlar bunca şikayete rağmen aklım almıyor.
Trafik zaten malumunuz. Hele ki haftasonları gittiyseniz (imza günlerinin büyük çoğunluğu hafta sonları) tam bir keşmekeş, ölüm. Sırf bu yüzden ben sabahın köründe düştüm yollara, ama akşam kabustu. Öğlen gelmeye çalışan arkadaşlarımız Anadolu yakasından tam 3 saatte gelebildiler misal.
Kalabalık, onca trafik, yol azabından sonra zaten çekilmiyor. Hele ki bebek arabalarıyla gelen aileler var, ne desem boş, o çocuğa mı yazık, size mi bize mi.
Yemek problemi böyle organizasyonlarda zaten başlı başına sorun. Eğer oraya gidiyorsanız ve acıkmış ya da fazlasıyla bitap düşmüşseniz tebrikler, artık siz de 'yolunacak bir kaz'sınız.
Umduğunu bulamama tabi herkes için farklılık gösterir, ben kendi açımdan yazayım, yayınevlerinin yaptığı indirimler bir müşteri olarak beni tatmin etmedi, geçen sene de etmemişti, vardır bir açıklaması muhakkak bu işin dağıtımcısı var bilmemnesi var vs, ama insan %20'den daha fazlasını bekliyor onca eziyetten sonra.

Aklıma ne geliyor direkt diyorum ki "ben ne gideceğim bir daha açarım bilmemnekitapçısınoktacom' u siparişimi veririm - ki çok daha indirimli alabiliyorsunuz çoğu kitabı internetten-, ayağıma kadar da gelir, oh derim, ne gideceğim onca yolu derim, canıma değsin derim.

Tabi tüm bunlar olumsuz yanları..
Gelelim olumlu yanlarına.

Ben açıkçası avare avare dolaşmamak için hazırlıklı gittim. Gitmeden kendime resmen bir harita çıkardım, uğrayacağım yayınevlerinin numaraları, hangi salonda bulundukları, ilgilendiğim yazarların nerde imza günlerinin olacağı, alacağım kitapların listesini falan her şeyi yazdım-ki ona rağmen çok yoruldum ama yine de planlıydım ve bu hoş oldu kendi açımdan. Eğer böyle bir harita çıkartırsanız kendinize, çok daha faydalı bir gezi oluyor emin olun.

Ben 3 isimden imza aldım (Emrah Serbes, Alper Canıgüz, Hakan Günday) ve bu hoşuma gitti, hiç değilse gittiğime değdi. Bu da olumlu yanlarının en kuvvetlisi bence.

İnternetle arası olmayanların tüm yayınevlerini hatta sahafları bir arada bulması herhalde şahanedir. Üzerine bir de sevdiğiniz yazarlarla sohbet edebileceğiniz, imza alabileceğiniz bir ortam varsa çok daha güzel.

Yayınevleri hakkında da bir kaç gözlemimi yazayım;
Ben kendi adıma en çok Can Yayınları' nın standını beğendim, o kalabalıkta ayırdetmesi en kolay onlardı sanırım, kırmızıydı her şey adeta, kafanı kaldırdığında az biraz uğraş verirsen kırmızı tabelalarını hemen seçebiliyordun.
Doğan Yayınları anormal kalabalıktı, hatta bir ara önünde etten bir duvar vardı, kitaplara bakmak çok zordu.
Ayrıntı Yayınları %30 indirim yapmıştı, benim rastladığım en iyi indirimdi sanırım.
Tabi ki en kalabalık stand Uykusuz ve Penguen' inkiydi, Uykusuz biraz daha fazlaydı, özellikle çocuklar baya bir alışveriş yaptılar oralardan, onlarda bunu gayet iyi öngörmüş olacaklar ki, çizerlerin iyi-kötü tüm karikatürlerini olur olmadık-kaliteli kalitesiz her şeyin üzerine basmışlardı.
Ntv Yayınları, her zamanki gibi çok şıktı ama bilmemkaçliralık alışverişe tshirt vermeleri anlamsızdı.
İletişim Yayınları, benim en çok oyalandığım yerdi sanırım, verdikleri bez çantalarla ortalıkta baya bir göz doldurdular.
Sahaflar ayrı bir şıktı canım:) Bu sene sanırım 10 sahaf katıldı, diğer senelere hepsine bir salonu kapatsalar ne şahane olur! Onlara da epey ilgi vardı zira.




Benim izlenimlerim iyisiyle kötüsüyle bunlar. Tüm bu olumsuzluklara rağmen ben her sene muhtemelen gitmeye devam ederim zira bağımlılık gibi bir şey, sadece "keşke" leri var onlar da zamanla düzelir diye umuyorum..

1 Kas 2010

Cep Aynası' nın Kitaplığı

Sevgili Cep Aynası' nın kitaplığını ilk gördüğümde sol tarafın boş olduğunu düşündüm, ancak fotoğrafı biraz büyütünce ağzım açık kaldı diyebilirim, nasıl bir düzen bu:) Çok teşekkür ediyorum, paylaştığınız için..


30 Eki 2010

Banu' nun Kitaplığı

Kitaplığını en çok merak ettiğim kişilerden birisi de Banu idi zira ne denli bir kitapsever, çılgın bir okuyucu olduğunu az çok biliyorum.)


Benim kitaplığım...
Objektifimdeki çatlaklar nedeniyle fotolarım net çıkmadı ama yeni bir objektifi beklemek biraz uzun sürecekti dayanamadım bu haliyle gönderdim :)
Fotolardaki kitaplığımın büyük bölümü, görünmeyen kapaklı bir dolap içerisinde dergilerimle birlikte yer alan kitaplarım var onlar biraz daha özel, sahaflardan alınmış ya da hediye edilmiş, genellikle zor bulabildiğim kitaplar...
Kitaplığımda Türk ve yabancı yazarları ayrı raflarda arşivliyorum. Kitap okuma ve arşivleme alışkanlığımı kazandıran ilk kitabım, babamın hediyesi olan İpek Ongun kitapları, onlar da hala benimle...
4. fotograftaki kitaplar ise sahaflardan aldıklarım arasından..



29 Eki 2010

Sanat' a aç olmak


Bazen deliriyorum. evet. öylece otururken evde, ya da cafe' de bi anda geliyorlar bana diyorum ki kendi kendime "ne öğrendim ben, ne biliyorum, ne yapabiliyorum kendim adına, yetişmek adına vs vs"
boş oturmayı seviyorum ama bu demek olmuyor hiç bir zaman "mal gibi oturuyorum" otururken gözüm hep ya kitaplarda ya dvd' lerde ya müzik arşivinde ya da gazete üzerinde genelde. yani öylece de oturmuyorum aslında.
derdim var. bir değil. hayata karşı çok derdim var. ergenlikteki gibi 'sorunlarım var dostum' triplerinde değilim. kendi çapımda çabalıyorum, aşmak için, yetişmek için, konuşabilmek, yazmak için.
işte, tüm bunları düşündükçe deliresim geliyor birden, nerden başlamalıyım?
böyle durumlarda,
alıyorum elime bir kitap (genelde yeni)
müzik cd' si (genelde alternatif, jazz)
resim çiziyorum (bir felaket oluyor hepsi)
yazı yazıyorum (sayfalarca günlük)
yeni bir tarif deniyorum (fena olmuyor)
ve bunun gibi birtakım uğraşlar..

ama yetmiyor bazen. özellikle de bu aralar. açım. sanata, doğaya, dereye tepeye, müziğe, filmlere, dizilere, harflere, tınılara, resime..
daha ne yapabilirim bilmiyorum, bu açlığı nasıl bastırabilirim. birkaç gün önce de bahsettim ya (şahane tepkiler aldım, meğer ne de çokmuşuz sayı olarak!), öğrenmenin sonu yok, hani amacım zaten sona ulaşmak değil ama daha çok istiyorum, daha çok bilmek, daha çok konuşabilmek, yazabilmek. manyak mıyım? kimine göre.

yüzlerce defterim olsun mesela bir şeyler yazdığım, ev kitaptan yıkılsın, evimize sanat konuşmak için, bir felsefe akımını tartışmak için insanlar gelsinler, kibarca tartışılsın, beraber gidelim sergilere, filmlere, oyunlara. züppelik yapmayalım ama. insan olalım. bilmek her şey bazen ama bunu abuk subuk amaçlarla kirletmeyelim. ütopik mi? olabilir. keşke olmasa.
deliriyor muyum acaba.

28 Eki 2010

Histeri Çalışmaları - Çilekeş


Çilekeş' le tanışmam çoğu kişi gibi 2005' te ilk albümleri çıktığında oldu. Fazla dikkatimi çektiklerini söyleyemem, tv' de kliplerine rastladığımda birkaç kez dinleme fırsatım olmuştu sadece, o kadar. Klipleri hoştu, 1-2 şarkısı fena değildi ama netice de bununla kalmıştı benim için. Zaten istikrarla takip ettiğim çok az grup vardı o zamanlar Türkçe rock yapan vs vs.

Esas tanışmamıza gelirsek, bu yaz başında oldu diyebilirim. İnternette okuduğum bir eleştiri yazısına istinaden merak edip albümlerini indirdim (sitelerinden yapabiliyorsunuz bunu, evet! Ayrıca satın da alabiliyorsunuz 4-5 tl gibi bir rakama) İndirdiğim günden beridir de sık aralıklarla açıp dinliyorum, mp3' ümde de silinmeyecek albümler arasında yerini aldı.




Görüşlerime gelirsek; bir kere ilk dinleyişte aşık olabileceğiniz ya da çok kolay sindirebileceğiniz bir albüm değil bu (çok ciddi bir müzik dinleyicisi iseniz bu da ihtimal dahilindedir elbet). Ama sabredip birden fazla dinlediğinizde taşlar yerli yerine oturuyor sanki. Bir anda "aslında bende bunu söylemek istemiştim" deyip gözlerinizi kocaman kocaman açıveriyorsunuz. Ama aslında geç kalmış oluyorsunuz zira albüm koca koca harflerle yazmış düşündüklerinizi, kocaman seslerle haykırmış kulağınıza yeri geldiğinde de fısıldamış.

Çok yoğun bir felsefesi var, ki bu bizim için müthiş yabancı bir duygu. Özellikle her sene üstü üste "en iyi" seçilen grupların albümlerinde bile var ticari kaygılar. Bu bakımdan gözümde daha da büyük bir saygıyı hakediyor Çilekeş, zira gerçekten müzik yapmışlar, hakkını vermişler. Ayrıca bu felsefe, sadece müziklerinde değil, albüm kapağında, sitelerindeki yazılarda, görsellerde de yoğun bir şekilde hissediliyor. Eğer herhangi bir döneminizde Radiohead dinlediyseniz, bence bu albümü de seversiniz gibi geliyor bana niyeyse bir de.

Son olarak mesaj kaygılı cümlelerimi de yazıp gideyim, keşke ticari kaygıları düşünüp de kolay tüketilen albümler yapmak yerine gerçek müzik dinleyicisine ulaşmayı amaç edinebilse gruplarımız -ki böyle potansiyel taşıyan gruplar muhakkak var- , biz de iki satır yazmak için kasıp durabilsek kendimizi. Çünkü güzel müziği tarif etmek zor, illa birilerinin tarzına benzeterek anlatılabiliyor sanki. Dinleyin kısaca. Yani haydi eller havaya beklemeyin, ya da çok sıkıldım diyebilecek olanlara da önermem kendinize güveniyorsanız, belli bir sıkıntınız varsa topluma karşı, belli bir duruşunuz varsa dinleyin bence. Ohh.