28 Nis 2010

Gazeteye Çıkma Sebeplerim-iz


Biraz "gudik" bi konu farkettim ama eminim aranızda bir şekilde gazeteye çıkmış olanlarınız vardır. İşte bunun sebeplerini merak ediyorum sayın okur. Yazarınız, hatırladığı kadarıyla üniversiteye kadar pek bir gazeteye mevzu bahis olmamakla beraber, mevzu bahis olacak bir eylemde de bulunmamıştır. Kendisinin ifşa edildiği tek yer üniversite hazırlık dershanesinin binasında asılı olan "muğla üniversitesi'ni kazandı" başlıklı afiştir. (bu arada hayır kendimden 3. kişi olarak bahsetmek ilgimi çekmiyor)

Neyse işte, bi akşam arkadaşlarla üniversite semalarında takılırken, telefonumun acı acı inlemesinden sonra haldır huldur gazete avına çıkmam sayesinde keşfettim gazetedeki kendimi. Hoşuma da gitti açıkçası. Sebep gudikti evet ama yapacak bir şey yok, tupturuncu saçlarımla okurun gözüne gözüne batmıştım bir kere!

Konu fotoğraftan da az çok anlaşılmakta zaten, Muğla şehri, üniversite yapıldıktan sonra kalkınmaya başlamış bir şehir, ev sıkıntısı var ve en izbe evler bile anormal bir kira ile kiralanmakta müşkül öğrencilere. Biz de galeyana gelmişiz falan filan. Hatta bu fotoğraf sonrasındaki gün de "Sınırsızlık Meydanı" adı verilen meydan da polisler bir kaç arkadaşı fena tartaklamıştı, biz kaçışmıştık ahahah.. Neyse, ben bu ulu sebepten ötürü gazeteye çıktım, peki ya sen okur, senin ne gibi bir ulu sebebin var?

* (Okumaya üşenenler için), turuncu insan benim saf üniversiteli halim olmakta! Yıl 2005 falan olsa gerek.

27 Nis 2010

Clinique zımbırtıları


Vichy'den sonra kullanmaya başladım bu ürünleri, aslında testerlarını denedim cidden çok memnun kaldım, cildin yağlanmasını ciddi şekilde kontrol altına almakta. Düşünen varsa bi baksın derim. Bunlar birkaç ay önce kampanyalı falan filanmış, hatta o dönem baya bi hediye falan verdiler, bizde ekstradan baya bi para döktük ama minicik bi rimel verdiler saolsunlar:)

Büyük bi heyecanla almaya gittim bunları niyeyse. Taksim'deki kocaman mağazasını görmüşsünüzdür. Ben acaba uygun ürün bu mudur bana vs gibi sorularla girdim içeri, içerideki bayan clinique temsilcisi, bana entersan bi şekilde en büyük boyu almam konusunda ısrar etmeye falan başladı, yahu diyorum içimden, bi dur ben daha almaya ikna olmadım? Neyse işte fotoğrafta da gördüğünüz üzere aldırttı, gerçi zaten alacağım vardı belki benim ama itici geldi bana bu eğer bi taktik ise..

Mağazalarda asık surat görmeye dayanamıyorum bazen, aslında şöyle söyliyeyim elbette karşındaki insan gününde olmayabilir ayrıca bana illaki gülümsemek zorunda da asla değil, ama "ben istemeden" bana bi ton ürün gösterip ben almak istemeyince de "iyi günler" lafıma bile cevap vermeyen insanlar var ki onları öldürmek istiyorum. Neyse bu konu dışı ama değineyim dedim.

22 Nis 2010

a serious man


Bilgisayarımda öylece durup dururmuş bu film (muğlalıca) , can sıkıntısı ile bi o tarafa bi bu tarafa dönerken farkedilmiş, izlemeye başlanmıştır, pekbi etkilenilmiş, bol bol gülümsenmiş, elbet paylaşılmak istenilmiştir.

Coen kardeşler -yine- iyi bir iş başarmışlar , filmin içinde ya da sonunda güzel cevaplar bulamayabilirsiniz, ya da soru işaretleri ile -zınk- diye kalabilirsiniz, zira bulmanız için kendi kendinize biraz düşünmeniz gerekir. Eğer düşünmezseniz film gayet sıradan gelebilir, boş boş izlemezseniz bir şeyler katabilir size. Ben sevdim, daha da dallandırıp budaklandıramam belki de sırf bu yüzden. Bir defa daha izlicem, muhtemelen siz de.

* Böyle de saçma bi yazı oldu şimdi bu. ?

ay won ay won



Sanat Notları ' nın güzel bloğuna girdim ve anketine katıldım, o da önerimi dikkate alacağını söyledi üstüne de bir kitap yolladı, oh daha ne ister bi blogger? Kazandığım ilk hediye:) Gerçi bir blog yarışmasına ya ilk ya da ikinci katılışım bu, kitap hediye ettiğini duyup da katılmamak mümkün olmazdı zaten benim için. Burdan Sinem'e tekrar teşekkür ediyorum, elimdeki kitabım biter bitmez çok merak ettiğim "Sahilde Kafka" kitabına başlayacağımı bildiriyorum efenim..

19 Nis 2010

Single Serving Friend (tek kullanımlık arkadaş)


Bu tabire bayılıyorum zira her zaman yaşadığımız ya da her an yaşayabileceğimiz bir arkadaşlık türü bu ve süper ifade edilmiş, tek kullanımlık arkadaş! Bu tabir yaşamımıza "Fight Club" la girdi aslında (uçak sahnesi), izlediğimden beri tek sohbetlik arkadaşlarımı o sınıfa koyuyorum.

Akılma gelen ilk örnek otobüs, uçak, tren, vs. yolculukları. Muğla'da okurken, (Ankara-Muğla arası otobüsle yaklaşık 8 saat) senede 3-4 kez eve gidip geliyordum ve gidiş dönüş toplam 8 kere otobüs yolculuğu yapıyordum, yanıma da ya en meraklısından bi teyze ya da benim gibi bi öğrenci oturuyordu, öğrenci oturduğu zaman daha rahat oluyodum zira meraklı teyzelerden daha tehlikesiz buluyordum eheh hala öyle:) Ben bi de tanımadığım bi kişiyle çok muhabbet etme konusunda pek iyi değilim, yani zaten uzun uzadıya oturup dertleşmeyeceksem, sonrasında görüşmeyeceksem şunu yapıyorum şurda okuyorum vs muhabbetleri beni açmaz. Mp3 dinleyip kitap okumayı tercih ederim. O yüzden bu tip yolculuklarda sadece selam verip yerime otururum ve Mp3'ümü takarım arkadaş.

İşte her neyse, yanına oturup iki kelam ettiğin, sonrasında görüşme olasılığın olmadığı kişiler "tek kullanımlık arkadaş" olarak geçiyor. Kim bilir kaç tane oldu bunlardan saymadım, ama dediğim gibi çok tercih ettiğim bir şey olmadı hiç, tabire bayıldım o ayrı.
Bazı insanlarda (yani benim gibi muhabbet özürlü olmayanlar), bu işi süper yürütürler, bazen tam da uyumak üzere olduğunuzda arkanızda yeni tanışmış iki kız (erkekler genelde az sohbetten sonra uyurlar) hala ışıkları açık bir vaziyette dedikodu yapıyorlarsa, bunlar türümüze güzel örnek veren kişiler olmuşlardır çoktan.

18 Nis 2010

"Yemekten Sonra Bekliyoruz"



Barış'la Pazar günü gezmelerimize son hız devam etmekteyiz, aslında şu sıralar cidden hava gezmeye, görmeye, fotoğraf çekmek için dolaşmaya müsait, zira yazın cidden öğle saatleri dışarıda olmak hiç çekilmiyor.

Bugün ki rotamız Anadolu Kavağı oldu, ben 3 senelik bi İstanbullu olarak hiç gitmemiştim, valla hayret üşenmedik 1,5 saat kadar yol çektik. Gittiğimize değdi zira manzara cidden çok iyi, balık ekmek süper, hele ki yukarıda gördüğünüz amcanın sattığı leblebi unundan helva müt-hiş-ti !!

Kaleye yürüyerek çıkacaksanız baya bi efor sarfetmeniz gerekmekte, çıktıktan sonra manzara o yorgunluğu atıyor atmasına da kalenin duvarına yazılmış isimleri gördükçe çileden de çıkabiliyorsunuz. Ayrıca bir de çekirdek çitlemeye gelmiş insanlar var ki değinmek bile istemiyorum.

Neyse işte, eğer giderseniz benden söylemesi o helvacı amcayı bulun..

** "Yemekten Sonra Bekliyoruz" sözü oranın waffle'cılarına ait, ilk duyduğumuzda güldük baya ama hepsi öyle bi adet geliştirmiş, hatta dönerken "aa hani geliyodunuz?" diye sordu biri :D

17 Nis 2010

Efes Pilsen'in Yaptığı Güzellik


Ailecek pek bir müdavimi olduğumuz "Efes Pilsen" bloguna gözlem yapacak, her türlü etkinliğe katılacak, sonunda da bloga izlenimlerini yazacak bir blogger arıyor.. Kulağa hoş geliyor tabi. Hımm, düşündüm de baya baya hoş:) Yapmanız gereken şudur sayın blogger, 25 Nisan'a kadar önce blogunda duyurusunu yapıyorsun, ardından şurada verdiğim linke tıklıyorsun formu doldurup bi güzel gönderiyorsun. 30 Nisan'da finalistler açıklanıyor, Blog Ödüllerinin verileceği ve benimde doğum günüm olan 8 Mayıs'ta finalistler kamera karşısına geçiyorlar, 31 Mayıs'ta da şanslı bloggerın kim olduğunu öğreniyoruz.. Yani bana yaklaşık 1,5 ay tanınıyor bol bol hayal kurabilmem için:D

Şimdi soruyorum Sayın Efes Pilsen,
Bana doğum günüm için hoş bir armağan vermeye ne dersin?

Not: Neden ben olmalıyım başlıklı bir yazı yazmaya gerek duymadım zira bloglarımızda zaten kendimizi ve ilgi alanlarımızı, neyi yapıp ne yapamayacağımızı en açık ve en iyi şekilde ifade edebildiğimizi düşünüyorum. Öyle değil mi ama.

16 Nis 2010

2008 - Lenny Kravitz Konseri




Yeni bir etiket açıyorum, "konser" diye, "nasıl oldu da kaçırdım" diyenler, "bi daha olursa gitmeliyim ama dur bi de yorumları okuyayım" diyenler , "pek alakam yok ama azcık merakta ediyorum açıkçası" diyenler bu etiket benden size geliyor.

Yazacağım ilk konser 2008 yılında bir yaz akşamı 30 temmuz'da Kuruçeşme'de gerçekleşen, fanatiklerinin uzun zamandır beklediği Lenny Kravitz konseriydi. Lenny efendi tam tamına 50 dk geç çıktı, "few minutes" olarak değerlendirip bizi pek kaale almadı, bi de üstüne trafik sıkışıklığından dem vurdu, ancak sonradan öğrendik ki kendisi oraya deniz yoluyla ulaşmış?Kendisi gelmeden önce baya bangır bangır diyebileceğim bir müziğe maruz kaldık, ayakta da önümüze hayvani bi kimse geçmesin diye didinmekten az biraz yorulduk.

Neyse gelelim sadede, playlist biz rocksever dinleyicileri pek memnun etmedi, zira aklımızda Lenny uzun saçlarıyla bangır bangır rock yapan bir adam olarak kalmış, biraz sükut-u hayal yarattı. "Bring It On" şarkısıyla girdi, "Are You Gonna Go My Way" ile bis yaptı. Ama adamcağız da haklı, zira "Caz Festivali" kapsamında geldi, o yüzden seyirciler az biraz "bön" kaldı, umduğunu bulamadı.

Güzel şeyler hiç mi olmadı, oldu tabi, seyirci her zamanki gibi bis şarkısında bi daha dans edemeyecekmişcesine dans etti, birbirimizi ezdik, bağırdık, tüm konser alanı sarılıp öpüştük, helalleştik.
Orkestrası da mükemmeldi, karizmatik abileri Lenny'den çok izledim bile diyebilirim. Girişi çok havalıydı, "Fly Away" de kendimizden geçtik, bis'i de cidden coşturdu.

Seyirci bönlüğüne son çare Lenny, seyircinin üzerine atladı bi ara, bak o zaman dedim içimden "hadi yırttın Lenny"..

Çıkışta da karşıya geçecek biz yorgun seyirciyi vapura doldurdular, oradaki olay daha matraktı diyebilirim, zira herkesin uykusu gelmiş, bazılarının sesler kısık, vücut dayak yemiş gibi sersem sepelettik , ama dünya gözüyle gördük mü Lenny abiyi? Gördük.

* İşbu konser 2008'e ait olduğu için olayın coşkusunu yitirmiş olabilirim, daha yenilerle karşınızda olacağım.

Jim Jarmusch


Bağımsız filmleriyle nam salan ABD’li karizmatik bir yönetmendir kendisi. Neden karizmatik? Ağır duruşu, tipi, tarzı, ayrıca filmlerinin hayranlık uyandırması bir yana, seçtiği oyuncular da hiç sıradan değil, seyircinin ulaşılmaz sandığı kişileri derin bir felsefesi olan filmlerle yeniden sunmasından belki de. Ayrıca tarz olarak kendisini pek beğenirim, uzun uzadıya Serge' mi yoksa Jim' mi diye düşünmüşlüğüm vardır. Serge Gainsbourg'sa apayrı bir konu tabi, onu tek bi satıra sığdırmam mümkün değil.

Bazı filmler vardır, olağan bir yavaşlıkta ilerler, ama Hollywood’un geleneksel yöntemini benimsemiş seyirci ha gayret diye yerinde ıkınır, sonunda sıkılır.. Hatta ülkemizde bu seyirci topluluğu öyle bir söylem geliştirmiştir ki şaşar kalırsınız, yavaş ilerleyen filmler onlara göre “nuri bilge filmleri gibi” diye adlandırılır. Jarmusch filmleri de bu seyirciye göre değildir, derin bir felsefesi vardır, anlayanınadır..

Dolayısıyla Jim Jarmusch filmlerinden öyle büyük atraksiyonlar beklemek büyük bir hata olur, film bittiğinde illa ki kahve makinenizi çalıştırır, bi kenara birkaç not düşmek ister, derin düşüncelere dalarsınız, tabi hepsi müzik eşliğinde olur.

Kendisi önce müzikle yakınlaşmış, yazdığı şiirleri bestelermiş, grup kurmuş ama sonra sinemaya yönelmiş, iyi bir tercih yapmış, zira çektiği filmlerde müzik olmazsa olmazı gibi duruyor..

New York University ‘de sinema okurken, bi anda okulu bırakma kararı alıyor ve nedenini de “Bana öğrettikleri şeylerin bir çoğunu bilmemeliydim” diye ifade ediyor, zira bu cümlesinden de anlaşılıyor farklı bir yönetmen olduğu. Hatta sırf bu cümlesinden ötürü bile tapınabilirim kendisine. Bu okuldan aldığı ilk bursunun tamamını da ilk filmi “Permanent Vacation” için harcamış, ardından “Stranger Than Paradise” gelmiş ve bu filmle de kendisi bir çok ödülün yanı sıra Cannes’ da “altın kamera” ödülünü almış..

Bana göre kendisinin en önemli filmi, önce uzun aralıklarla kısa filmler şeklinde çektiği sonra “Coffee and Cigarettes” adıyla toparladığı, adından da anlaşılacağı üzere başrollerini ünlü müzisyenler ve oyuncuların yanı sıra kahve ve sigaranın aldığı müthiş projesidir.. Ki ayrı bir yazı konusudur.. Defalarca adını burda geçirdiğim, orda burda hakkında ahkam kesip durduğum bir başyapıttır bana göre.

İlk kez izleyecek olanlara tavsiyem, "Coffee and Cigarettes" ve "Broken Flowers" olabilir. Broken Flowers'ta muazzam aktör Bill Murray döktürmüştür, Coffee and Cigarettes'te de görmek mümkündür kendisini, ayrıca şurada filmi daha uzun uzadıya anlattım, ilgilenenler bakabilir.

13 Nis 2010

Bizatihi


- Ayça Şen'i biliriz bilmesine de, "Astronot" albümünde ki "son zamanlarda" adlı güzide eseri bilir miyiz? Bence bilmeliyiz.

- Bu ara fena halde fotoğraf çekimiyle uğraşmaktayım, zaten her insan hayatının bir bölümünde buna merak duyar. İlla ki uçan martılar, yem yiyen güvercinler, vapur manzaraları, küçük çocuklar, yaşlı amcalar çeker ve gururlanır. Ama hayır dostum, ben daha deneysel çalışmaya uğraşıyorum. Bu yüzden aldığımız günün "tam tamına 1 hafta sonrasında" tam 500 tele indirime girerek bizi bi müddet sinir krizine sokan fotoğraf makinemizi yanımıza alıp, sevgili kocacıcım Barış'la her Pazar bi takım yerlere girip çıkmaya başladık.

- Blog ödüllerini haber vermeyen tüm bloggerları kınıyorum, hayır yani kazanmak istediğimden falan değil, hiç değilse 1 haftalığına hayat daha heyecanlı geçebilirdi benim için. (monotonluk mode on) Bu arada beni gönlünün blog ödülleri yemek kategorisine sokuşturmuş olan banyosuyu'na pek bir teşekkür ediyorum, yüreğinden öpüyorum, elimi yumruk şeklinde yapıp kalbime götürüp güp güp işareti yapıp havaya atıyorum.

- Maddeleme isteğime dur diyemiyorum, yoksa yazamıyorum.

- Çok severek ve sıkı sıkıya takip ettiğim ünlü bi yazar, bi müzisyen görsem hayatta onunla iletişime geçemem, rahatsız etmek istemem, gereksiz yere cool olmaya çabalarım, o beni farketsin isterim (hö?)

- Şu havayı yaz olarak algılayıp askılı bluzlarla gezenlere kafa göz dalasım geliyo bazen. Bitti.

9 Nis 2010

Bağımlısı Olunan Tatlılar ve Top 5


Çok aşırı çikolata bağımlısı olmasam da, aşırı bir tatlı bağımlısıyım. Yemeğimin son lokmasında "ee ne yesem ki şimdi tatlılardan" diye bi düşünce geçer kafamdan genelde. Burada yazdığım tatlılardan kasıt "abur cubur" sınıfına girenler olacaktır.

Nutella: Dünyanın en güzel çikolatası yarabbim, yazmak bile heyecanlandırdı bak beni. Ufak bi tavsiye, rejimdeyken buzdolabında saklayın zira tatlı krizindeyken onun çözülmesini bekleyemiyo insan. Ben buzdolabının en ücra köşesine koyuyorum, e madem öyle niye alıyorum? Acil durum kurtarıcısı da ondan. Çay kaşığıyla duruma göre de yemek kaşığıyla müthiş bi uyum içindedirler.

Eti Browni Gold: Krizin tam eşiğindeyseniz 1 tane yemek adamakıllı sakinleştirecektir, vişnelisi de var, o da iyidir, yanında çay için ohhh.. (daha fazla yazamamak)

Eti Browni İntense: Yeni çıktı biliyorsunuz, Demet Evgar reklamda miniminnacık masum bi keki çılgınlarcasına tüketti (anladın sen), ben de aha dedim yeni gözde olacak bu kek, hemen koşturdum aldım ve yedim, sonuç olarak (beni aforoz etmezseniz) pek beğenmediğimi söylemek isterim, daha doğrusu abartıldığı gibi olmadığını. Gold olanını tercih ederim. Beni etkileyemedi maalesef.

Sarelle Bitter: Bu ürün Nutella'nın çok pis bi rakibi bence. Fiyat olarak neredeyse Nutella'nın 2 katı. Tad olarak Nutella'yla alakası yok ama verdiği haz benzeşebilir. Tek farkları bitter sarelle insanı daha çabuk kesiyor, ama benim gibi süzme yoğurdun üzerine kaşık kaşık sürüp yiyorsanız kolay kolay kesmeyeceğini de biliyorsunuz demektir. Bu tad kesinlikle güzel.

Milka Gofret (sütlü-beyaz çikolatalı) : Bu da insanı fena çarpar, yerken bi anda tüm kaslarınız gevşer mmm gibi sesler çıkarırsınız, ben açıkçası paketini yırttığım gibi mideye indiririm. Beyaz çikolatalı olanı cidden harikadır.

Ülker Çikolatalı Gofret ve Çokonat: Bunlar zaten çocukluktan kalma vazgeçilmezlerimiz. Her ne kadar piyasa müthiş yeni ürünlerle dolduysa da, markette ne zaman görsem almaya çalışırım zira boynu bükük gelirler gözüme, hem zaten fındıklı kategoride Çokonat'ın üzerine hiçbi gofret geçemedi.

Damak: Bu ürünün de fanatiği çoktur ama ben niyeyse pek ısınamadım kendisine (vah vah), zira bütün malzemeyi daha çok seviyorum çikolatanın içinde, Damak tercihlerim arasında hep son sıradadır.

Milka M-Joy: Tüm fındık, tüm fıstık vs. koydukları için gönlüme girmeyi başarmışlardır, çok sık olmamakla beraber tüketirim. Ama ilk çıktığında bende yarattığı etkiyi asla da unutmam. Arkadaşlarla saatlerce bunun üzerine mesajlaştığımızı bilirim.

Kinder Bueno: Her ne kadar "Duplo" ya benzese de Kinder çok daha iyidir, içindeki kremasına kurbandır. Yemesi en zevkli türlerden biri bu, her şekilde, her saatte, her gün tüketilebilir, yerken çığlık atabilmeniz olasıdır.

Toblerone: En güzelini en sona bıraktım, ne zaman yesem aklımdaki ilk şey "işte gerçek çikolata bu" oluyor. En dellenmiş anınızda bi parça atın ağza, uysal bir kediye dönüşüyorsunuz. Dolu dolu bi tat, ne desem boş, bittikten sonra ağızda kalan bal parçacıkları müthiş oyyyyy......

** Unuttuğum çikolatalar, gofretler, kekler varsa affetsinler beni, insan bunlardan bahsedince beyni dönüyor. Ayrıca başka bir furya olan sütlü tatlılar, çikolata fondü, şerbetli tatlılar, pastalar var ki onlara bi girsem bi daha çıkamam diye bunlarla yetindim şimdilik.

*****Top 5*****

1. Nutella
2. Toblerone
3. Kinder Bueno
4. Sarelle Bitter
5. Eti Browni

** Benim top 5'im bu şekilde, olaya bambaşka bir boyut kazandırmak isteyen varsa tavsiyelerini seve seve dinlerim.

7 Nis 2010

üşengeçlik halleri ve çok çeşitli tavsiyeler


- Bi bunalımlardayım. B12, demir, troid vs ne varsa ölçtürdüm hiçbişi çıkmadı, peki bu halsizliğimin sebebi nedir? Oturduğum yerden 5 saat sonra kalkabilmemin sebebi?

- Geçen Pazar Barış'la süper bi piknik yaptık Caddebostan sahilinde, ardından güneşlenerek kitap okuduk, köpekleri ve sahiplerini seyrettik, yürüyüş yaptık, bol fotoğraf çektik, "işte hayat budur" başlıklı konuşmalarımızı yaptık, deniz havası kokladık, dondurma yedik, eve dönüp film izledik, "böyle keyif alalım hayattan yahu işte" dedim kendi kendime, sonra ne mi oldu? unuttum.
Tavsiyem şudur ki, havalar iyice çığrından çıkmadan üşengeçlik yapma da ara sıra çimlere yayıl, cidden enerji veriyor. Merak etme, çıplak ayakla çime bas, kötü enerjini alsın demicem.

- Eğer çilek çift yapışıksa, ısırdığında içi boşsa, gereğinden fazla büyükse alma. hormonlu o.

- "Dublörün Dilemması" adlı Murat Menteş şaheserini ilk gördüğün yerde al, çılgıncasına zevk alacaksın. Bas bas bağırmadan da komedi yazılar yazılabiliyor şu hayatta, adam zeki, oturup yazmış, e sana da okumak düşer.

- Çılgın kararlar al, mesela ben bugün saçımı siyah kızıla boyuyorum, heyecanlıyım.

- Taksim'e yolun düşerse Hayal Bistro'da pek sevdiğim Ceyl'an Ertem'in "Var-say'abilir Miyiz" adlı fotoğraf sergisine git. 7 Mayıs'a kadar süren var, belki karşılaşırız. Henüz bende gitmedim zira.

- "Multitap" adlı güzide grubun "Çıbık" şarkısını muhakkak dinle, al sana linkte veriyorum. Ben pek eğlendim her dinleyişimde.

- Peki fotosunu gördüğünüz veledi hatırlayanınız var mı? (alakasız bir kapanış..)

2 Nis 2010

Kendim Hakkında Bilmek İstemeyeceğiniz 8 Şey


Sanat Notları saolsun bana böyle bir şey pasladı, yazalım bakalım ben de merak ettim neler yumurtlicam.

* Su içmem. Cidden suyla hiç aram yoktur. Yani şöyle ifade edeyim, ayda belki 1,5 litre falan o da ilaç falan içeceksem ya da yazın çok bunaldıysam falan. Su içmem derken aslında içecekle aram yok sanırım yani suyun yerine bişey de koymam. Benim tek içecek kaynağım "kahve"dir arkadaş. Günde 1 fincanı geçirmemeye çalışırım. Kahve içmezsem beynim yerine oturmaz.

* Hoş olabileceğini düşündüğüm herşeye bi el atarım ama hiç bi zaman tamamlayamam, zira hevesimi çabuk alırım. Gitar, piyano, dağcılık, müzik korosu, izcilik, 19 mayıs- 23 nisan göstericisi, şan dersleri, spikerlik-diksiyon (başarıyla bitirebildiğim tek bu var) basketbol, voleybol, resim gibi bir sürü alakalı alakasız kursa gitmişliğim ve asla bir şey elde edemeden dönmüşlüğüm vardır. Zira başladıktan sonra hepsi bana azap olur. Şimdi bas gitara takmış durumdayım, hayırlısı.

* Mistik güçlerim vardır. Çoğu şeyi hissederim ve çıkar. Bu kadar basit değil elbet. Çoğusunu kendi içimde yaşamakla beraber, bazılarına yakınlarımda şahit olmuştur. Bu, karşımdaki insanın en ufak bi hareketinde ne düşündüğünü bilmem gibi basit bir şeyden tut, yarışma programlarında henüz soru çıkmadan cevabı bilmem gibi zor olayları da kapsar. Yo dostum yo, sayısalları hiç tutturamam.

* Arkadaş konusunda hiç şansızlık yaşamamışımdır. Çok zor samimi olurum (bu huyumu hiç sevmem) ama oldum mu da çok pis olurum. Zamanında hayır o benim kankam diyerekten insanların benim için kavga etmişliği de olmuştur. Öhöm.

* İçmeden asla dansetmem, edemem. Halbuki bildiğim çok pis figürler vardır, içince de nasıl dansettiğim önemli olmadığı için zıplama figürünü esas alırım.

* Bi insanda ilk baktığım şey ayakkabılarıdır.

* Küçüklüğümden beri taklit edilirim (yazar bu şıkkı kendini övmek için yazmamıştır). Bundan tiksinirim.

* Tanımadığım bir numara aradığında anlamsız bi sıkıntı basar içime, o telefonu açmak istemem, aynen alakasız bi yeri arayacağımda da aynı sıkıntı basar. Bi yerden mesela randevu alacaksam genelde kocacıcım arar. Telefonla konuşmaktan nefret ederim.

P:S: Yazdıkça yazasım geldi yahuu, 8 uğurlu sayım bi de. Ondan yani, 7 değil de 8.