21 Haz 2010

11'e 10 Kala



Bazı filmler vardır içeriği hayli kalabalıktır, oyuncu kadrosu epey geniştir, en iyi kameralarla çekilmiştir, en büyüleyici mekanlar seçilmiştir. Ama izledikten 1 bilemedin 2 saat sonra kendini büyük bir hızla unutturur. Sadece hoş 1-2 saat geçirmenizi sağlar, ama hayatına kalıcı bir iz bırakmaz, bir anafikri bile yoktur.. Şimdi bahsedeceğim film, tüm bu etkenlerin fersah fersah uzağında kalmış, bol bol ödül almış bir film.

11'e 10 kala belki kendi apartmanınızda belki yan dairenizde yaşanmış ya da her an yaşanabilecek bir hikayeyi sunuyor önümüze. Karakterlerden en önemlisi Mithat Bey'i her yerde bulmak zor belki ama diyaloglar, mekanlar, davranış biçimleri çok içimizden. Kendi kocaman dünyasında yıllardır biriktirdikleriyle yaşıyor Mithat Bey bir apartman dairesinde. Komşuları evini belediyeye şikayet edecek kadar bilgisiz ve tahammülsüz. Mithat Bey 83 yaşında ve herşeyiyle eski İstanbul Beyefendilerinden. Aldığı her şeyi 2'şer tane alıyor, biri o an tüketmek üzere diğeri saklamak üzere. Hatta bu uğurda karısından vazgeçebilmiş bir tutkuya sahip.





"Her şey ne kadar da doğal" diye düşünebilirsiniz izlerken, zira çoğu gerçek hayatın ta kendisi. Filmde tutkulu bir koleksiyoner olarak hayran olduğumuz Mithat Bey, gerçekten de o evde gördüğümüz çoğu parçaya sahipmiş bir zamanlar. Sonradan bir kütüphaneye bağışlamış. Tam ismi Mithat Esmer. Yönetmenimiz Pelin Esmer'in amcası. Filmde kendisi hakkında anlattığı her şey gerçek. Aslında daha izlemeye başlar başlamaz anlıyorsunuz ortada büyük bir kurgu olmadığını.

Nejat İşler ise filmin diğer başrol oyuncusu ve bence olmazsa olmazı. Kendisi de oyunculuğun yanı sıra filmde gördüğümüz sahaf Sinan Bey'in ortağı. (burada Barış'ın bilgileri devreye girmekte) İşler, filmde Mithat Bey'in oturduğu binanın kapıcısı Ali rolünü üstlenmiş. İzledikçe Mithat Bey'in ona neler kattığını, hayatını bir nebze de olsa nasıl değiştirdiğini göreceksiniz. Bazen de sinir olarak..

Filmi kendimize yakın bulmamızın bir sebebi de Barış'ın mesleği sebebiyle aslında bu konulara çok uzak olmamamız:) Barış, arka kapağında kitapları görünce hiç düşünmeden almış bu filmi:) Sonuna yaklaşırken "eyvah şimdi bir şey olacak" korkusuyla izledim filmi, ama bitince derin bir de oh çektim zira dediğim gibi, piyasadaki filmlere benzemiyor, belki yönetmeninin belgesel yönetmeni olmasındandır, ben gerçekten çok beğenerek izledim. Hakkında düşündükçe pek çok ana fikir çıkartıyorum kendime, belki de biraz "öylesine" değil "derinlemesine" düşünmek lazım..

** Sitesi var, burada.

Korhan Futacı & Kara Orkestra


Tamamen tesadüf eseri dinleyip hayran olduğumuz bir kişidir Korhan Futacı. Genelde Peyote'de çıkarlar. Ben İlk olarak "Dandadadan" olarak, sonra "Korhan Futacı ve Kara Orkestra" olarak dinledim kendisini canlı canlı ve soluksuz. Dandadadan'ın albümünü kaç kere dinledim bilmiyorum, çok kere. Şimdi yeni çıkardıkları, Kara Orkestra'sıyla yaptığı albümü dinliyorum, yine şahane.

Ticari kaygıdan fersah fersah uzakta, şahane bir müzik icra ediyorlar. Eğer iyi bir dinleyici olduğunuzu düşünüyorsanız özellikle canlı performansını kaçırmamanızı tavsiye ederim.

Albümün ilk klibi "Geleneksel Mahşer Günü" ne çekildi. Myspace'den izlenip, dinlenebilir.

Korhan Futacı : Vocals, tenor & baritone saxophone
Özün Usta : Percussion, vibraphone
Ediz Hafızoğlu : Drums
Gökhan Şahinkaya : Bass
Selim Saraçoğlu : Electric guitar, back vocals
Görkem Karabudak : Keyboards, vibraphone
Harun iyicil : Keyboards
Barlas Tan Özemek : Electric Guitar

Albümün içinde şarkı sözlerinin yazıldığı ayrı ayrı kartonetler var, illüstrasyonlar da tanıdık bir isim olan Yasemin Mori'ye ait..

15 Haz 2010

Televizyon Zırvaları


* Tv'lerdeki görüntü kirliliği bu aralar -hatta uzun bir süredir- had safhada. Bundan kastım izlenecek diziler, programlar vs değil, güç bela izlenecek bir program bulup, izleyememek .. Açıyorsun bir kanalı, başlıyorsun izlemeye, 2 dk sonra alttan bir reklam yükseliyor burnuna doğru. Bilmem ne yaz şuraya gönder orijinal şarkı cebine gelsin. Allahaşkına, bu tip zamazingoları hala kullanan var mı? Neyin ısrarı bu? Alt yazı geçerken bir de reklam koymuyorlar mı? Ne anladım o zaman kardeşim senin verdiğin filmden?

Bu tip olaylara niyeyse fena sinirleniyorum. Sinemada zırıl zırıl öten reklamlardan sonra tv'lerdeki reklamlar da elimde kumanda olmasına rağmen gözüme gözüme sokuluyor. Hayır gerçekten faydalı bir şeyin reklamı yapılsa gam yemicem. Cep telefonu melodisini hala tv'den alan var mı yaa?? Demek ki var, o yüzden bu ısrar..

* En sevdiğim kanal olan Ntv' yi de ne zaman açsam reklam çıkıyor karşıma artık. Eskiden değildi böyle. Oğuz Haksever ve Banu Güven'i izlemekten müthiş keyif alıyorum. Burcu Esmersoy'u ise Ntv'de göresim gelmiyor açıkçası. Egosu tavan yapmış gibi geliyor, aynı şeyi bir de Beren Saat için hissediyorum. İkisini de görünce bi huysuzlanıyorum!

* Aşk-ı Memnu'nun "Veda" fragmanları biraz baydı. Aslında güzel yapmışlar, insan bi içleniyor falan. Birkaç senedir devamını getirebildiğim ilk Türk dizisi kendisi. Zerrin Tekindor'u tanımama vesile olduğu için müteşekkirim kendisine. Adnan , sana söyleyecek bir laf bulamıyorum hala.

* Akşamları Barış'la "Supernatural" alıyoruz 1 veya 2 doz. Henüz ilk sezondayız, her bölüm bittikten sonra ben hafiften tırsaklaşıyorum o yüzden onun üzerine "Evcilik Oyunu" izleyip realite kaybına uğruyorum, kendime geliyorum.

* İzlemekten en keyif aldığım şeylerden biri de kesinlikle yemek programları. Ama "Yemekteyiz" asla değil. Geçen sene zevk alıyordum izlerken ama, yarışmacıları ağır arızalardan seçmeye başladıktan sonra bıraktım. Şimdi ki favorim Kanal d'de ki "Emel Başdoğan" , gerçekten klasikten öte farklı tatlar yapıyor, güzel ipuçları veriyor, gayet kaliteli bir program aslında.

* Bir de klip mevzusu var tabi. Yönetmenler acaba ne zaman şarkıcıları ya da grupları sırılsıklam etmeden de güzel klipler çekilebileceğini anlayacaklar? Gripin mesela. Alıp koymuşlar bi yere, basmışlar tepelerinden suyu. Nasıl komik. Nasıl saçma. Nasıl aptalca. Son zamanlarda beğendiğim en iyi klip, Ceylan Ertem'in bir türlü çıkamayan albümündeki "İnsandık" şarkısına çekilen klip. Farklı. Buyrun, izlemek isterseniz.

Bir de "Yollar" şarkısı var, beğendiğim. Mirkelam & Kargo 'nun. Klibi aa ne şahane falan dedim, sonra Jim Jarmusch 'un "Permanent Vacation" undan "esinlenme" çıktı. Olsun ben yine de beğendim, ne de olsa Jim var ucunda.

* Son olarak bir de "Türksat" mevzusundan bahsetmek istiyorum. Geçen sene taşındığımız bina yeni olması nedeniye kablolu yayın yoktu. Mecburen hiç huyunu suyunu bilmediğimiz Türksat almak durumunda kaldık. O gün bu gündür, kanallar devamlı kendi arasında dans ediyor. Dün bir baktım, cnbce yerine Trt2 gelivermiş! Cnbce 'yi ara ki bulasın? Atv 1 senedir yok mesela. Sonradan araştırdık ki Türsat'ı olanların hatrı sayılır bir çoğunluğunun Atv sorunu varmış. Son.

10 Haz 2010

Sevgili "Secret" cılar..


Hepimiz hayatımızın belirli dönemlerinde belli şeylerden ölesiye tiksiniriz, nefret ederiz, sevmeyiz, hoşlanmayız, ehhhşte deriz. Ben bir şeyden nefret ediyorsam gerçekten iliklerime kadar hissedebilen bi kimseyim, malesef. Hayatımı o nefret ettiğim şeye adadığım olur, her cümlemin sonu lanet diye biter, tabi bir dönem. Sonra yumuşarım. Bazen de çılgınlar gibi olumlu düşünceyi savunurken bulabiliriz kendimizi. İnsan hali bu, her an değişiyoruz. En ufak bir lafımızı "evrene mesaj kaygısı" güderek kurabiliriz. Bu insanları da severim ama bir yere kadar..

Ben bile bazen çılgın bir pozitif hayat, pozitif düşünce, hayat ne güzel kuşlar böcekler falan insanıyken buluyorum kendimi . Kaldı ki sevgili dostlarım, gayet saçmalık derecesinde mütemadiyen efkarlı bir halim de vardır. Bu durumum bana bazen ilaç gibi gelir, zira o zamanlarımda daha yaratıcı olurum (yazı yazma, fikir üretme, ortalığa saçılan bilgileri sünger gibi emme vs konularda) Pozitifken daha sığ bir kimseymişim gibi geliyor ama tabi pozitifken bunu algılayamıyorum, efkarlıyken pozitif halime sayıp sövebiliyorum.

İçinizde muhakkak secret okuyup delirmiş insanlar vardır. Haklısınız diyebilirim. Zira o kitabın ya da düşünce tarzının insanın beynini gayet sıcak bir suyla yıkadığını düşünüyorum. İşe yarıyor evet ama arka planı etraflıca düşündüğünüzde aslında gayet -boş- .. İnsan gayet olumlu düşünebilir, serbesttir ama neden sonuç kim nerde nasıl diye düşünmeden olumlu olan insanlara ben şüpheyle yaklaşıyorum. Diyebilirsiniz elbette, olumlu düşünmenin kimseye zararı yok, faydası var diye, buna katılırım bende ama sözüm zaten size değil, bu işin canını çıkartanlara, "bu acaba neden başıma geldi" diye düşünmeyip herşeyi kader kısmete bağlayanlara, hatasını kabul etmeyip topu evrene atanlara..

Olan her olumsuz olayın arkasında bir "hayır" olduğuna bende inanırım, zira hayatım örnekleriyle doludur ama her olumsuzu elbet olumlusu gelir diye de sineye çekemiyorum sanırım ..

Mutluluk dolu haftasonları dilerim siz değerli sevgi kelebeklerine .. :)

4 Haz 2010

Balkon Sorunları


Belki oturduğumuz sokaktan mütevellit yaz mevsimi bizim için aslında tam da bir işkence mevsimi. Az sonra yazacaklarım muhtemelen bir dönem hepinizin başına gelmiştir, gelmemişse bile duymuşsunuzdur. Maddeleme isteğime karşı gelemiyorum. Bu yazımı özellikle balkondan sarkan teyzelere armağan ediyorum, buyursunlar ..

* Çok sevgili balkon kuşları.. Sayenizde balkonumuza çıkmayı bırak, perdesini açamaz olduk. Oysa ki taşındığımızda ne hayallerimiz vardı, yemekler yiyip biralar içecektik, misafir ağırlayıp, film izleyecektik ( 1 kere film izledik, 1 kere kahve içebildik o da ağır koşullar altında oldu ) Özellikle yan binanın balkonuyla aramızda en fazla 1-2 metre mesafe olması ve yan balkonda adeta -yaşayan- bizden fersah fersah alakasız insanların yaşaması balkona çıkamamamızın en büyük sebebidir. Ve sevgili alt komşumuz Dursune teyze, sana sesleniyorum, lütfen karşı binanın teyzesiyle bu kadar yüksek sesle ailevi problemlerini paylaşma. Tüm sırlarına vakıfım kaç aydır.

* Çok sevgili -ben hergün halı çırpmadan yaşayamam teyzeleri- gerçekten bunaldım! Muhtemelen evinizde küçük-orta-büyük boy olduğunu düşündüğüm 3 adet elektrik süpürgeniz var (zira her gün onların da sesi gelmekte) ve buna rağmen o kıymetli halınızın hala temizlenemediğini düşünüp üstüne bir de çırpıyorsunuz, tebrikler.. Hayır yani ne yapılır ki 1 gün içerisinde kocaman halı üzerinde bu kadar?

* Ne zaman cama çıksam ya da balkonu yıkamaya kalksam uzun uzun bakış atan konuşmak için yer arayan teyzeler, boşuna çırpınmayın. Sayenizde ne zaman dışarı çıksam transit geçiyorum önüme bakarak yollardan. Zaten haftada 1 gelen apartman teyzesi beni en az yarım saat kapıda tutuyor, tüm çocuklarından haberim var, zaman zaman beraber sinirleniyoruz ülkenin durumuna bana yetip artıyor kendisi, o yüzden boşuna beklemeyin beni.

* Son olarak karşı binanın balkon sahipleri, sizi kıskanıyorum. Maşallah her öğününüzü balkonda yiyip içiyor, misafirlerinizi ağırlıyorsunuz. Pek bir dedikodu da dönmüyor sizin binada, halılarınızı da balkona pek atmıyor gibisiniz.

Benim en sevdiğim balkon türü, içinde kokulu çiçekler, yemek yiyebileceğin bir masa olan ve başka insanlarla mümkünse yüzyüze gelmeyeceğin, gelen geçene bakabileceğin balkonlar. Eğer taşınırsak -ki istiyoruz artık- balkon faktörü önemli olacak baktığımız evlerde. Gönül isterdi şu an tepemize 10 metre sarkıtılmış halının fotoğrafını çekip yayınlamak, ama yapabilmek için balkona çıkmak gerek! lanet olsun!

2 Haz 2010

The Sons Of Lee Marvin (Lee Marvin'in Oğulları)


Jim Jarmusch bu enteresan grubu kurarken aklından ne geçti bilemiyorum zira öyle ortaya saçılmış büyük bildiriler de yok etrafta. Üye listesi, toplantılarda tam olarak ne yapıldığı gibi bilgiler de paylaşılmıyor, dolayısıyla yarı-gizli bir örgüt bu. Örgüt dediysem, yaptıkları eylem toplanıp film izlemekten ibaret. Gruba üye olmanın tek koşulu ise Lee Marvin'e görünüş itibariyle benzer olmak (bu faktörden ötürü de, grupta hiç kadın yok) ve tarz olarak çoğunluktan uzak bir yaşam tarzı sürdürmek.. Lee Marvin'i çok tanımıyorum ama görünüş itibariye çirkin bir o kadar da karizmatik olduğunu söyleyebilirim.

Grupta şimdilik başı, Jim Jarmusch' un çektiğini biliyoruz, diğer oğullardan birkaçı "Down By Law" ı da beraber çektikleri John Lurie, Tom Waits. Onun haricinde Nick Cave, Richard Bose, Iggy Pop, Neil Young, Josh Brolin adları geçer.

1992'de Jarmusch'un yaptığı bir röportajda anlattığına göre, Tom Waits bir barda otururken, garson yanına gelir ve bir adamın onunla konuşmak istediğini söyler, Tom Waits sinirlenir, onu tanımadığını konuşmak istemediğini söyler, ardından adam gelir -nedir bu grup saçmalığı? diye sorar, Tom'da bundan bahsedemeyeceğini söyler, bunun karşılığında da adam bu gruptan hoşlanmadığını ve kendisinin gerçekten de Lee Marvin'in oğlu olduğunu söyler.. Tom Waits ne kadar afalladı acaba ne dedi, oraları anlatılmamış..

Şahsen Jarmusch'un Lee Marvin' e çok benzediğini düşünüyorum, ağız burun bakış hemen hemen aynı gibi ayrı ayrı bakılırsa. Nick Cave ve Neil Young'ta andırmıyor değil. Josh Brolin ehhh kıvamında sanki ama Iggy Pop'un neresi benziyor emin değilim açıkçası:)

Belki de küçüklüğümden itibaren böyle anormal gruplar kurma heveslisi olduğumdan acayip geldi bana bu grup, sevdim. Türkiye'den bu tarz bir grup çıkar mı diye düşündüm bulamadım, zira herkes kendini biraz hint kumaşı zannettiği için zor. Çıksa bile sanki bir yerden sonra "hayır ben ona değil, o bana benziyor" lafları dönebilirdi.

Grupla ilgili daha fazla bilgisi olan varsa paylaşmakta bir sakınca görmesin zira ilgimi baya bir çekmekte. Jarmusch'un önünde bu sayede, bir kez daha eğiliyorum efendim. Saygılar..

Down By Law - Jim Jarmusch


Bir Jim Jarmusch aşığı olarak bu filmi sona bıraktığım için utanıyorum itiraf edeyim. Bu arada filmi anlatmaya başlamadan artık az-çok spoiler vereceğimin de altını çizmek isterim zira öteki türlü film tanıtımı yapmak anlamsız gelmeye başladı.

Bu filmle ilgili aslında yazılabilecek çok şey var, belki de hiçbir şey yok. Ortası da yok aslında, nasıl izlediğinize bağlı. Eğer konu sizin için "abi işte 3 adam var hapishaneye giriyorlar sonra kaçıyorlar, bi halt olduğu da yok" tadında ise boşverin gitsin, zira Jarmusch filmleri sizin için bir şey ifade edemez bu saatten sonra. Ben derinine inmeyi tercih edenlerdenim sanırım.

Film 1986'da yönetilmiş, siyah beyaz ve başrolü 3 kişi paylaşmakta; Tom Waits, John Lurie ve çok sevdiğim bir isim daha Roberto Benigni. Filmin yıldızı pek çok kişiye göre Benigni, ben de katılıyorum kesinlikle. Ayrıca bu 3 isim, Jarmusch'un kurucusu olduğu söylenen mistik ve gizli bir örgütün "The Sons Of Lee Marvin" in de üyesi. (bu konuyu da ayrıca yazacağım)

Konuya gelince, bir radyoda dj'lik yaptığını öğrendiğimiz Zack (Tom Waits), sevgilisiyle tartışır -aslında tam tartışma denmez-, sevgilisi tarafından dışarı atılır ve sadece ayakkabılarını alarak sokağa düşer . Bu arada Jack'te (John Lurie) enteresan(!) bir pezevengi canlandırmakta. Her ikisi de bir oyuna getirilerek hapishaneye düşerler. İkisi arasındaki diyalog, soğukluk, sinir harbi güzelmiş derken aralarına bir de İtalyan, hayat canlısı, İngilizcesi şöyle böyle Bob (Roberto Benigni) katılır. Tam bir şölen havası başlar.

Devamında da filmde zeki sandıklarımız aptal, aptal sandığımız zeki çıkar bir nevi. Ceket değiştirip farklı yönlere gitme hikayesi de Jarmusch'a yakışır cinsten bir son sanırım. Bu arada Bob'un İngilizce notlar aldığı o meşhur not defterini edinmeyi ne çok istedim izlerken! Benigni'nin tavşan pişirme sahnesinde ki konuşmaları da tamamen doğaçlamaymış, bunu da öğrenmiş olduk.

Ve çoğu filminde olduğu gibi bu filmini de güzel müziklerle desteklemiş Jarmusch. Açılışı "Jockey Full Of Bourbon" la müthiş ses ve gırtlağa sahip adamımız Tom Waits yapar. Ardından da "Tango Till They're Sore" gelir. Filmin müziklerini ise diğer oyuncumuz John Lurie yapmış. Aslında film, bu yönüyle bile Jim Jarmusch'un arkadaşlarıyla beraber kotardığı bir iş gibi duruyor. Bu arada ufak bir bilgi daha, filmin sonlarına doğru sahneye çıkan Nicoletta Braschi de Roberto Benigni'nin gerçekten de karısı. Bu bilgiyi de edindiğinize göre, filmin sonundaki aşk dansını çok daha hissederek izleyebilirsiniz bence.

Son olarak size " i screamaaa, you screamaa, we all screamaaa, for ice creamaaa !! " demek isterim.