20 Ara 2012

Dot / altın ejderha


Epey zamandır tiyatroya gitmiyorduk, insan bağlandı mı gitmeden duramıyor, ara verip işi gücü bahane edince de epey kopuyorsun, en azından biz de böyle..
Geçen seneden beri Dot sayıklıyordum zaten, normalde çok ileri tarihli oyun, konser, vs alamıyorum iş gereği, ne zaman ne kadar çalışacağım pek belli olmuyor ama bu sefer kararttım gözümü, konu da çekici gelince aldım biletleri.

Dün önden gidip Cihangir Savoy' da rakı balık yaptık, ardından uçmamayı başararak G-Mall' a geçtik. Biletleri Biletix yerine Dot' u arayarak telefon yoluyla almıştım, Biletix diye tutturmayanlardanım, gayet de sorunsuz oldu,, zira biletleri de oyun başlamadan hemen önce teslim alabiliyorsun.

Gelelim oyunumuza.. Oyun bir apartmanın en alt katındaki Çin-Thai-Vietnam lokantasında başlıyor, mutfakta 4 kişi harıl harıl yemek pişirip müşterilere bilmemne soslu dana etini yetiştirmeye çalışırken bir de kaçak olarak yanlarında çalışan küçük çocuğun ağrıyan dişi ile uğraşıp dururlar, ardından başlarız apartman dairelerini tek tek gezmeye, hikayelerini dinlemeye..

Oyun insana baya hoş bir vakit geçiriyor o bir gerçek, ancak o oyuncular, o roller, o anlık değişimler falan off! Özellikle Ece Dizdar' dan gözlerimi alamadığımı belirtmem gerek. Yaptığı her bir mimik, ses tonu, baya şahane bir oyuncu.

Oyunu Serkan Salihoğlu yönetmiş. Oyuncular Deniz Türkali, Köksal Engür, Ece Dizdar, Enis Arıkan ve Saim Karakale.

Şimdi ben izninizle bir zencefilli, fasülyeli, soya filizli, bambulu, limon yapraklı, limon otlu ve çok acı kırmızı hindistan cevizi soslu, Tayland usulü fırında çıtır tavuk siparişini vermek istiyorum. -sessizlik!-

Oyun fotoğrafları ve tanıtım yazısı 

11 Ara 2012

hafiflemek?

Bugün bayadır yapamadığım bir şey yaptım, hiçbir şey!! O kadar huzur verdi ki bu bana anlatamam, yüzümdeki o aptal sırıtışı görmenizi isterdim. Tabi hiçbir şeyden kastım, haftanın tek tatil günü olduğunu unutarak, ordan oraya koşturmadan, zamanın tadını çıkartmak idi, canım ne isterse onu yapacaktım yani, uzun zamandır yapamadığım bir şey, örneğin, ev keyfi!

Sabah nefis bir hava vardı, yıllar sonra ilk kez sabah yürüyüşüne çıktım,


 Yürüyüşten geldim, kahvemi fokurdatıp ekmeklerimi kızarttım,



 sonra yastıkların içinde pofur pofur kitap okudum. Oh be dünya hakikaten de varmış!


3 Ara 2012

Aslı ve Sureti

Kişisel gelişim kitabı okuyamayanlardanım. Hakikaten şöyle bir sayfalarını bile karıştıramıyorum, daralıyorum, ders kitabı okuyormuşum hissi uyandırdığından belki de. Bana roman olsun, kaybolayım yazarın hayalgücünün derinliklerinde falan, yeter bana.


Ancak, tüm bu histerimi kırmama sebebiyet veren bir kitap okudum geçen hafta. Ne mutlu bana, tam da kafayı şu -dünyalara sığdıramadığım karamsarlığıma- taktığım dönemde denk geldim. Aslında denk gelmedim, yazarlarından bir tanesi çocukluğumda baya zaman geçirip oyunlar oynadığım, bende sağlam bir yere sahip Duygu' cuğum. Kitabın çıktığını haber aldığımda olabildiğince kısa bir sürede sipariş verdim, vay be tanıdığım biri kitap yazdı hissiyatı ile:) Gelir gelmez de başladım okumaya. Kitabın tarzı çok hoşuma gitti öncelikle belirtmeliyim, Aslı isimli karakterimizin yaşadıklarını bir olumlu bir olumsuz bakış açısıyla okuyoruz, yani bir tarafta pozitif düşünen Aslı' nın yaşamının nereye gittiğinin, bir de aynı olaylar karşısında daha karamsar, olumsuz düşünen Aslı' nın o bakış açısıyla yaşamının nereye gittiğini. Yani olumlu düşünmenin faydaları gözümüze sokulmadan, şunu yap bunu yapma sıkıcılığına ve tekrarına düşmeden örneklerle roman tadında güzel bir hisle tamamlıyorsunuz okumanızı, o yüzden ciddi anlamda tavsiye ediyorum. Uzun zaman sonunda bir solukta okuyup bitirebildiğim bir kitabım oldu ne mutlu bana, bu enerjiyle bitiririm tüm bekleyen kitaplarımı ben (olumlu mu düşünmeye başladım ne? :) )

Bu arada kitabın ismi de çok zekice, emeği geçen herkese bir okur olarak teşekkür ediyorum, devamını diliyorum:)

Berna Turna Kara / Duygu Önler Erdör (kalp kalp) :)
Kitabın Twitter adresi
Aslı ve Sureti

22 Kas 2012

Tüyap ' ta coşmaca

Bir Tüyap macerasının daha  kendi adıma sonuna geldim. Geçtiğimiz senelere göre Tüyap' a nispeten biraz daha yakınlaştığımız için bu sefer baya kolay oldu gidiş-geliş. Hafta içi olmasının ve gayet mantıklı bir saatte -12- yola çıkmamızın da faydası oldu tabi. İçeri girdiğimiz gibi ayrıldık Barış' la, ben yayınevlerini kolaçan ederken Barış sahafların olduğu yöne doğru koşturdu. Sonra bir baktım ki 3 saattir geziyorum:) Arada aldıklarımı Barış' a yığmayı ihmal etmedim tabi, zira baya yüklenmişim farkına varmadan fuarı.

Her sene yaşanan okul öğrencileri bağırtılarını koşturmacalarını, bazı yayınevlerinin göstermelik indirimlerini görmezden gelmeyi başararak baya iyi zaman geçirdim diyebilirim. Hatta uzun zamandır bu kadar keyifli bir alışveriş yapmıyordum, dokunarak kitap seçmeyi özlemişim, zira kitapları uzun zamandır internetten alıyorum.

Gelelim aldıklarıma,
yayalım da öyle bakalım
 "Ölümün Kimyası" nı yayınevindeki çocuk o kadar övdü ki nerdeyse daha kapağını açmadan delirme noktasına geldim.


Abdülcanbaz' ı görünce nasıl bir koştum belli değil,set olarak aldım ve kitaplığımda baş köşeye yerleşti kendileri. Büyük efsane!


gel de bu ajandaya kıy?
Cumhuriyet' in standından

Şimdi işin en zor kısmı geldi çattı. Bu kitapları nasıl bir sırayla, nasıl bir zaman yaratıp okuyacağım? Bir şekilde olacak, inanıyorum.







28 Eki 2012

bayram gezmesi 2. gün


Dün dediğim gibi kendimizi baya baya doğaya saldık! Bugün tatilimizin 2. ve son günü idi, aylardır gitmek isteyip Barış' ın başının etini yediğim yere Belgrad' a gittik, insan girdiği andan itibaren esnemeye başlıyor, fazla temiz havadan olsa gerek. Kahvaltı, bol fotoğraf, biraz kitap, sohbet derken, şehirden kaçış noktalarını bilmenin ne kadar önemli olduğunu anladım. İstanbul' un ortasında bir yerdesin ama bambaşka bir iklimde bambaşka hislerle..


2. günden sneak peek' ler bunlar, Belgrad' da yarattığımız o tuhaf havayı takip etmek isteyenler için, yarından itibaren her gün 1 foto burada..  (nası, çok merak ettirici oldu mu eheuh)

26 Eki 2012

bayram gezmesi

15 gün gece gündüz dur durak demeden çalışıp, delilik sınırıma biraz daha yaklaştıktan sonra kendimi en nihayet bugün doğaya adeta saldım! Bayramdan önce tek düşüncem 'çime yatayım akşama kadar yuvarlanayım' olsa da, neyse ki Barış' ın daha güzel planları vardı.. Sabahın köründe çantaya doldurduk tüm fotoğraf ekipmanlarını, koştuk ada vapuruna. Önceden sadece Büyükada' yı görmüştüm, bugün için de Heybeli ve Burgazada' ya gideriz demiştik, aa bi bakmışız Heybeliada' da takılıp kalmışız. Gayet güzel oldu, gayet hoş oldu daaa, her şey şahane gidemedi.. Tam konsantre, aman yarabbi aylardır adam gibi fotoğraf makinesini elime alamamışım falan, makineyi aldım gülüyorum neşem yerinde derkenn, bir baktım ki şahane unutkan kocim hafıza kartını almamış! Yıkılmak ne kelime, 1 saat kendime gelemedim.. Telefonla çekip çekiştirdik tabi her şeyi ama telefonla fotoğraf çekmek nedir ki, güzelim makinemin yanında? Neyse işte olan oldu.. Aşağıdaki fotoğraf ağlasam mı, unutsam mı diye düşünürken barış tarafından çekildi..


Kışa girmeden son güneşi çektik içimize, yürürken gelen müziğe karşı koyamayıp ayıla bayıla damla sakızlı türk kahvelerini içtiğimiz şirin cafeye oturduk, huzur yüklemesi yaptık bünyeye..


Önüme gelen ilk banka uzandım, İstanbul' a ve beton yığınına nanik yaptık bol bol, derin nefes hımmfss..


Ve bir ada klasiği olarak bisiklet turu.. Heybeliada bisiklete çok müsait gelmedi bana baya yokuşlu, Büyükada tam bisikletle gezmelik bir yer ama Heybeliada yürüyüş için daha müsait sanki..

Bu arada mutluluktan ölecekmişim gibi bir halim varmış bisiklet üstünde.

Yarın da iyice suyunu çıkartıp ormana koşturucam, piknik falan, ohh hayat şahaneymiş dışarda!

23 Eki 2012

19 Ekim Scorpions Konseri

Artık totoyu kaldırıp Scorpions konserini yazma zamanı.. 

bagettt!!
Konser hakikaten muazzamdı, tüm yaz boyunca biraz üşengeçlikten biraz da çalışma programımın belli olmayışından baya esaslı konserleri kaçırdık, bu sefer tamam dedim, veda etti bitti sandığım Scorpions' un tekrar konser vereceğini duyunca, tabi önden bilet bulabileceğimizin haberinin gelmesi de bunun önemli sebeplerindendi:)

Klaus Meine benim sesini çok ama çok hatta acayip hatta ve hatta aşırı beğendiğim bir adamdır, aynen cd' lerden bunca yıl sesini nasıl duyduysam konser alanında da aynen o şekilde duydum, etrafındaki yakını olan herkes nasıl şanslı, böyle bir ses! muazzam. Özellikle üniversite nedeniyle Muğla-Ankara yollarını aşındırdığım o şahane tek başıma otobüs yolculuklarımda discman' in pilleri azıcık daha dayansın diye dualar ede ede dinlerdim Scorpions' u, o yüzden apayrı da anılara götürdü beni konser.

Baya şanslıydık konser alanında, öncelikle 'basın' olarak girdik konsere, ardından Klaus Meine' nın gece boyunca bol keseden dağıttığı bagetlerden biri bizim oldu, çok ama çok rahat izledim konseri, önümde benden uzun, abuk insanlardan yoktu, hatta epey ilginç bir kitle ile izledik konseri, yaş skalası oldukça tuhaftı, bir ara ilkokul çağında çocukların Blackberry' lerine 'Wind Of Chance' kaydettiğini gördüm, baba-oğul gelenler epey fazlaydı, çekirdek çitleyerek konseri bekleyen baba bile vardı ahaha şahaneydi:)

James Kottak
Müziğe veda etmeleri hele ki bu enerjiyle nasıl mümkün bilemedim, konser boyunca devamlı ağzımız açık tüm elemanları izledik, bu yaşta bu koşturmaca herkesi büyüledi:) Ayrıca Rudolf Schenker' e MSG' den ötürü apayrı bir sempatim olsa da, James Kottak!!! Sen nasıl bir insansın? 


Her büyülü anımda olduğu gibi ara sıra yine soruyorum kendime, o konseri ben mi izledim gerçekten?

1 Eki 2012

Sahaf Festivali' nden..


Dün itibariyle Beyoğlu Sahaf Festivali' nde 2. turumu attım, ki bu tur çok daha verimliydi diyebilirim, zira ilk seferde ortalığa alık alık bakmaktan pek bir şey alamamışım, o hırsla daldım içeri. Bu sene ilk kez plak toplayacak olmanın heyecanıyla baya alakasız plaklar almışım ama özellikle belli bir tarza şu anda yönelemiyorum, zira bu konuda maymun iştahlıyım. Ardından pek tabi bir festival klasiğimi gerçekleştirerek Ferhan Şensoy kitaplarıyla doldurdum çantamı, arada da Barış' ın yanına giderek her 10 dakikada bir "Aylak Adam", "Küçük Prens", "Olasılıksız", "Tutunamayanlar" soran ama bir mucize olmazsa aradığını bulamayacak olanları ve sahaf festivali gezdiğinin bilincinde olan mutlu kitapseverleri izledim, sahaflarla selamlaştım, sohbet ettim. Her şey yine olması gerektiği gibi şahaneydi. Uzatılmazsa eğer, 14 Ekim'e kadar süreceğini de hatırlatalım.
Not: Yazarken Supertramp' ın plakını dinledim müthiş!

26 Eyl 2012

feeling good

Upuzun zamandır müzikten keyif alamıyordum. Nee? Ergenlik döneminde kendime yazdığım hırçın mektupları açıp okusam kendime küfrederim muhtemelen (Sakın evlenme, evlensen bile çocuk doğurma, rakçı ol her daim, saçmala pop dinlemeye kalkma gibi..) . Ergenliği geçtim, birkaç ay önce bile böyle bir şey olacağını bilsem höh derdim, ama oldu bi kere, hayattan keyif mi alıyorsun müzikten alasın diye avuttum kendimi. Nedir bu, çalışan insan modu mu? I-IIIIH beğenmedim.

Neyse işte, bu müzik dinleyememe, dinlese bile sadece yolda dinleme, yolda dinlese bile aynı şarkıları dinleyip durma hadisem bu gece itibariyle bitti, öyle bir saldırdım ki bir yandan youtube, bir yandan fizy, media player, soundcloud, cd, plak derken uçmuşum. yeterli depolama alanı varmış neyse ki. Ceylan Ertem' in son albümü ile başladım, eski gözbebeğim Rock baladları ile devam ettim, ardından Sezen, Coldplay, Rihanna, Florence, Tori, Muse falan baya bi doyurdum kendimi alakalı alakasız.

Bu arada hani en klişe sorulardan biridir ya, HAYATTA HİÇ PİŞMAN OLDUNUZ MU?
Ve hani en mal ve klişe cevap vardır ya, YAPTIĞIM HİÇBİR ŞEYDEN PİŞMAN OLMADIM,  AKSİNE DERS ALDIM
O cevabı sonsuza kadar değiştirecek bir pişmanlığım oldu nur topu gibi...............
BEIRUT KONSERİNE GİTMEDİM!!! ve işin esaslı noktası gidemedim de değil, bariz GİTMEDİM!
Biletix' e bakıp durdum nası olsa kimse gitmez biletler bitmez yeeaaa, sonraki bakışımda biletler tükenmişti!!!!!!!!!!!!
Bu sene nası bi rehavete kapılıp gittiysem eve gelip ayaklarımı uzatmaktan başka derdim yoktu. Entellektüel yaşantım artık sadece İnstagram' dan fotoğraf paylaşmayla sınırlandı. Nerde o fotoğraf makinesi kolleksiyonu? sorusuna  "-aaa, evin bi yerlerinde işte" cevabı verebilecek kadar ALIK bir dönemden geçiyorum.

Ve evet, 30' a 2 kala, şahane depresyonlarda atlatmıyor değilim, bi ara yüksek lisansa kaydoldum sonra vazgeçtim, çocuk mu kariyer mi sorularım kulaklarımdan dumanlar çıkartmaya bile başladı (anne, bunun sorumlusu sen olabilirsin). Hala hoplama zıplama koşturma mızmızlanma peşindeyim. Tuhaf günler dostlar hülasa.

 and ı'm feeling good


13 Eyl 2012

Beyoğlu 6. Sahaf Festivali


Yine 1 seneyi devirmişiz, her sene iple çektiğimiz festival yine yaklaşmış zaman akıp giderken. Bu sene yine geçen sene olduğu yerde festival, Tepebaşı' nda. 25 Eylül' de başlıyor, yine alabildiğine kitap, plak, efemera, eski fotoğraflar, afişler.. Ben yine her sene yaptığım gibi geleneğimi bozmayıp bir Ferhan Şensoy kitabı alarak başlayacağım toparlamaya, sonrası malum "aaa bu kitabı arıyordum!" , "aman kaçırmayayım şu plakı da alayım" gibi nidalarla devam edecek benim için, özellikle bu sene plakları dört gözle beklediğimi söylememe gerek yok sanırım. Hem bir okur olarak, hem de bir sahaf eşi olarak her türlü desteğimi vereceğim elbette, belki karşılaşırız tezgahın birinde birbirimizin aldıklarına çaktırmadan bakarken, görüşmek üzere:)

11 Eyl 2012

bodrum

nerde içebiliriz bu manzarada içemeyeceksek?


Birkaç sene önce hatta çocukken Bodrum' a ilk gittiğimde nefret etmiştim, o barlar sokağı o kalabalık o leşlik falan. Sonra senelerce gitmedik, yardır yardır da eleştirdim hep. Sonra Bodrum' a 20 km kala bir yazlığımız oldu, Muğla' da okudum ve Bodrum aşığı Barış' la tanıştım, meğer Halikarnas delisi, Bodrum' la ilgili ne bulsa toplayan, araştırmalar yapan bir kimseymiş kendileri:) Bir de tanışmamız Bodrum' a denk gelince, yani işin içine hatıralar da girince, yazlığa gitmek, Bodrum' a bir şans vermek farz oldu. Gidiş o gidiş.. Bir daha kopamadım, tabi Barış' ın etkisi büyük, tamamen Cevat Şakir' in Bodrum' unu seviyoruz tabi biz, şimdiki buram buram kazıklama kokan, geceleri ortaya kokoş kokoş çıkıp köpük partilerine giden insanların kaynadığı, Cevat Şakir' in evini köfteci yapan Bodrum' dan ziyade..

Alışkanlıklarım oldu tabi gide gele, bi kere her gittiğimde muhakkak Körfez Bar' a, Balık-Ekmek balıkçısına, Yunuslar Karadeniz pastanesine uğramak zorundayım.

Son 3 gidişim de Eylül' e rastladı iş güç meselelerinden, ama meğer Eylül tam da Bodrum zamanıymış, şöyle rakını mezeni alıp manzaraya, denize, güneşe doyma zamanıymış.

Bu 5 günlük tatilimde de şahane dinlendim, aylardır okuyamadığım için dertlendiğim kitaplardan birini okudum, denizde kendimi kaybettim ve güneşle barıştım.  Bodrum' u seviyorum, hissettirdiklerini daha da çok.

21 Ağu 2012

tanımadık o his

Bir odadayım, sayısını sayıp sonra unuttuğum kadar ağlayan, iç çeken teyze var, ilk hissettiğim his huzur.. Sonra kaçıp gitme isteği..
Beynim geriye dönüyor, arabadayım, nasıl teselli vereceğimi bilmediğimden dolayı susuyorum, sustukça sessiz çığlıklar atıyorum, sonra elini tutuyorum ben burdayım diye, rahatlıyoruz bir nebze..

uzun uzadıya bi yazı yazacak değilim, sadece neler hissettiğimi hatırlamaya çabalıyorum yazarak.

Neden unutmamaya çalışıyorum onu da bilmiyorum tabi.. Muhtemelen ilk olduğu için.
ilk kez cenaze evinde bulundum. Bir bayram günü hemde. İlk kez o kadar insana sarıldım çünkü söyleyecek sözüm yoktu, ben böyleyim zaten en gerekli zamanlarda en gerekli cümleleri hiç sarfedemem.
Sarılmak çoğu sözden daha anlamlı diye teselli ettim kendimi. Bilmiyorum işe yaradı mı?

27 Tem 2012

Ne Varisi?

Varis, çocukken bazı kadınların bacaklarında görüp de ne olduğuna anlam veremediğim kötü bi görüntüden ibaretti. Bi kere yaşlanınca olduğuna emindim, hatta bundan 2-3 ay önce bile "ayy yaşlanınca kesin varis çıkıcak bende!" demiştim ahaha, pek iyimsermişim:)
İlk farkedişim alla allaa bacağımın arkasını vurmayı nası başarmışım diyerek oldu, baktım 1 hafta geçmedi inceleyim falan filan derken çığlık çığlığa Variiisssss miiiiğğğğğ? diye bağırdığımı hatırlıyorum! Nası yani? E ben daha 30'uma bile basmamışım? 2 ay kadar onun şokuyla yaşadım, önüme gelen herkese anlattım, ah şekerim sen bilmezsin ben ne yoğun çalışıyorum, baaak varisim bile varrrr.
Evet, yoğun çalıştığım ve genelde ayakta olduğum doğru. Ama bu kadar mı çabuk pes ettiniz be bacaklarım?
Dün de ben en sonunda pes edip doktora gittim, doppler çektiler falan, köpük tedavisi varmış ama yazın olmazmış, ilaç verdi doktor, bacaklarını dinlerdir falan dedi, allahtan varis çorabı demedi..
İlacın prospektüsünde bile yazıyor, fazla kilo almayın (bunda sıkıntı yok), güneşe ve fazla sıcağa maruz kalmayın (nası yani?), fazla ayakta kalmayın (bu pek mümkün değil işte)..
Artık yok anacım kimseye dolmuşlarda yer vermek, ay inicem ben zaten falan demek, oturucam ben!

29 Haz 2012

Hisarönü Barları

Tatilin en komik en saçma anlarını Hisarönü barlarında geçirdiğimiz doğrudur. Gitmeden önce nasıl olsa her telden çalan yerler vardır diye düşünmüştüm. Bu arada evet sabahtan akşama kadar güneş kum deniz üçlüsüne bayılsak da akşam yemeğinden sonra otelde durmak bizi epey bayıyor, dolayısıyla bir şekilde dışarıyı keşfetmek müzik dinlemek gerek, işte bu amaçlarla çıktık yola, Ölüdeniz' de kalmadık sırf bar bölgesi Hisarönü' nde diye.

Neyse, ilk gün şöyle bir keşif gezisi yaptık terlik ve şortlarımızla, zaten yol yorgunluğu vardı, bölgeyi gezdikçe kocaman açıldı gözlerimiz:) Sanki birisi 70' lerde pause tuşuna basmış herkes kalmış orda, arkadaşım her mekan mı aynı şeyleri çalar? Neyse en aklıbaşında görünen bi yere gittik oturduk, gelen cosmopolitan kokteylinin kenarında karpuz tutturulmuştu, fotoğrafını çekmemek olmazdı. 10 dk sonra da zaten tüm garsonlar barın üstüne çıkıp çılgın dans şovlarını gerçekleştirdiler:) Zamanında bir rock bar varmış bu arada, tutunamamış sanırım onca şamatanın arasında, şahane de bir kapısı varmış, ah diyorum!







İşin başka boyutu da, isimler:) Zombie, Attika, Hakuna Matata... O değil ondan sonra bağımlılık yaptı her gece kendimizi şahane dans şovları izlemek için yollara düşmüşken bulduk, hala da özlemiyorum desem abartmış olmam herhalde..

Abartı bi yana, bu bölge anormal  İngiliz turist kaynıyor, öyle ki Türk gördüğün an şaşırıyorsun, çoğu da yaşını başını almış olunca eski şarkılarla tavlamaya çalışıyorlar. Adamlar feci bir rekabet ortamı yaratmış nasıl müşteri çeksek mekana diye dans şovları, ateş şovları bilmemneler.. Bizim için tuhaf bir görüntü olsa da çoğu turist durumdan gayet memnun görünüyor. Biz bir daha muhtemelen gitmeyiz Fethiye' ye, Bodrum' un gece hayatı çok daha seçenekli örneğin bir Körfez Bar' ı bir Kule Rock Bar' ı, Jazz barları var. Muğla' dan da kopamıyoruz bir türlü o da ayrı bir yazı konusu..

25 Haz 2012

1 Yılın 7 Günü (Fethiye)

Çok kısa süren tatil bitti malesef, düşündükçe deliriyorum, 365 günün sadece 7 gününü tatilde geçirdim, tamam ağlamak yok:(
Kaş' tan son anda caydık, uçak biletlerini almıştık ama Dalaman' a gidiyorsak Fethiye' ye de gidebilirdik değil mi?  Evet, aynen böyle oldu. Ölüdeniz zaten merakla beklediğim bir yerdi neden olmasındı? Otelden yer ayırttıktan hemen sonra deprem oldu (Murphy?) Ama fazla kafaya takmadık neden bilmem.
Oteli her zaman yaptığımız gibi hiç bir tavsiye falan almadan internetten kendi kriterlerimize göre seçtik, genelde de yanılmayız cidden aradığımız gibi bir otel çıktı, sakin, sessiz, aynı zamanda da gitmek istediğimiz her yere yakın, bazı küçük ayrıntılar vardı onları da bugün yola çıkmadan uzun uzadıya yazdım defterlerine, içimde kalmadı yani.)
Fethiye hakkında aslında yazmak istediğim pek çok şey biriktirdim ama çok büyük ihtimalle çoğunu unutacağım, belirteyim. Ancak unutamayacağım ve özellikle altını çizeceğim çok önemli bir bölüm var ki onu ayrı bir şekilde uzun uzadıya arşiv niyetine yazmayı planlıyorum, elimde bol foto var.

Tatil genel anlamıyla güzeldi, dinlendik epeyce, hele ki son 1 sene benim için epey yorucuydu, daha bu yaşta bacağımda oluşmaya başlayan varisleri görünce, yıpranan sinir sistemimi de eklersek evet tatil tam zamanıydı!

Kaldığımız otel Hisarönü'ndeydi, Ölüdeniz' e ve kumsala arabayla 10 dk kadar sürüyor, zaten otel bölgesinde nerdeyse 2 dakikada bir minibüsler var, ancak indikten sonra bir 10-15 dk daha yürümeniz gerek Milli Park' a ulaşabilmeniz için.O da değiyor Ölüdeniz' e girince zaten, merak etmeyin panik yok.
Ölüdeniz' e gitmeden minibüsten iner inmez koca bir plaj var Belceğiz olmakta kendileri, kum yok her yer taş ancak denizin içi pırıl pırıl yine. Kitap okumak, denize girip tüm gün yatmak için ideal bir yer zira Ölüdeniz'e göre daha sakin olmakta, ayrıca yamaç paraşütü yapanları da burdan pek keyifle izleyebilirsiniz.

Ölüdeniz' in suyu dupduru, manzarası şahane, ah bir de o manzara katili şemsiyeler olmasa! Ancak çok kalabalık, zaten saat 10-11 civarı gittiğinizde en manzaralı yerler kapılmış oluyor:) Dalga yok gözlükle dalması keyifli vs vs.. Ben Belceğiz' den daha çok zevk aldım yalan yok.

Hım hımmm
Hisarönü ise, nasıl olsa barlara yakın, deniz için de 10 dk minibüse bineriz mantığıyla seçtiğimiz bir yerdi. İlk gece turlamaya çıktığımızda yaşadığımız şoku anlatamam! Tüm barlarda istisnasız tüm garsonlar masalarda bilmiyorum ne kadar çalıştıkları dans gösterilerini yapıyorlar, şarkı bitince hiçbir şey olmamış gibi servislerine devam ediyorlar:) Elimde bol fotoğraf var dediğim gibi, ayrıntılı yazıp çiziktiriceğim hepsini.

                                        Tekne Turları


Deve Plajı
Giderken aklımızdaki yegane şey nerdeyse her günümüzü tekne turunda geçirebiliriz idi. Ne oldu? İlkinde hüsran! Barış ve ben Muğla' da okuduğumuzdan mütevellit, tekne turlarıyla baya haşır neşir olmuşuz zamanında. O yüzden pek de özlemiştik, yaptığımız tur, Kelebekler Vadisi, Akvaryum, Soğuk Su, Deve Plajı (bayıldım ben buraya) ve adını unuttuğum 2-3 koyu kapsıyordu, daha tekneye adımımızı atar atmaz anladık aslında nasıl geçeceğini zira o kocaman teknelerden hani bangır bangır abuk subuk müzikler çalan, denize girebilirsiniz dediklerinde 50 kişinin birden atladığı yani kafa dinlemekten ziyade yorucu geçeceğini bildiğimiz teknelerden çıktı. Hadi bakalım diyerek girdik ilk 2 koyda anormal salladı mide altüst oldu, sonrası daha normaldi en son gittiğimiz Deve Plajı ve Soğuk Su koyu olmasaydı muhtemelen o günü ziyan ilan edecektim. Teknenin çoğu Fethiye' nin çoğunda olduğu gibi İngilizdi, sorun yok, insan daha rahat ediyor bazen onların yanında, kimse kusura bakmasın.
Sonuç olarak, tekne turları kocaman teknelerde lezzetsiz yemekler eşliğinde yapılıyor ama her şeye rağmen oralara kadar gitmişken tekne turuna çıkmadan dönmek olmaz. Yamaç paraşütünü söylemeye gerek bile yok tabi, bizden daha cesursanız muhakkak deneyin:)






Uzun uzadıya yazdım, kimilerinin işine yarayabilir aynı zamanda balık hafızam tatili bana unutturabilir.. Fantastik barların yazısı önümüzdeki günlerde gelecek, esen kalınız, bol su tüketiniz..

Daha fazla fotoğraf için tıklayınız.. Gün gün tatil fotoları yüklenecektir..

7 Haz 2012

Hımm tatil zamanı

Mini bir tatilde nereye gitsek krizinden sonra bildiğimiz sularda yüzmeye karar verdik, tee 3 sene önce balayı için gittiğimiz şahane Kaş ' a.. Tabi karar verene kadar akla karayı seçtik zira aklımızda yoktu kaş falan, görmediğimiz bir yer olsun aman havuzu olsun denize sıfır olsun yemekleri güzel olsun, napıyosun iyilik nolsun derken her zaman ki müthiş ötesi kararsızlığım ve en iyisi olmalı manyaklığım yüzünden hevesim strese dönüştü, Bozcaada mı, Cunda mı, Ayvalık mı, Göcek mi, Gümüşlük mü, yine mi Bodrum falan derken az önce bastım onay tuşuna aldım uçak biletlerini Kaş' a. Çalışan insan için karar vermek zor zira 10 gün iznin var, en iyisi olsun istiyorsun azcık şımarıyorsun falan, neyse geçmiş olsun, artık akşama ne yemek çıkacak acaba hımmmfs diye esneyerek etrafa bayık bakışlar atarak dinlenmek istiyorum. Çok yorgun ve stresli, kendimi hiç bu kadar patlak gözlü görmediğim, ayaklarımda ilginç kemiklerin çıktığı ya varis olursam korkulu bir sene geçirdim. Klostrofobimin, mide ağrılarımın, suratsızlığımın, off ve puff' larımın eeennn uzağına kaçmak istiyorum en deli en şen en kahkahalı halimle.






Bu arada Barış' a aldığım doğumgünü hediyesi yandadır, yıllardır bateri diye sayıklayan kocama derin araştırmalar sonucu apartman modeli dijital bateri aldım (ilgilenene detaylı bilgi verilir), gayet de başarılı bir hediye olduğunu düşünüyorum ancak çalmayıp oturan kişi olarak söyleyebilirim ki, bazen acaba almasa mıydım ki diye düşündüğüm de olabiliyor, yok yok tamamen şaka, külliyen yalan, o mutlu mesut çalma edasını izlemek bile şahane bir keyif. Böylelikle bu Mayıs ayı doğumgünü silsilesinde evimize müzikten başka bir şey girmedi, daha ne isteyebilirdim ki?

12 May 2012

ilk plak heyecanı



Dün büyük çılgınlıklar günüydü. Şöyle ki, sabah kalkıp kahvaltı yaptık balkonumuzda, ardından "Cuore Sacro" isimli canım Ferzan Özpetek filmini izledik, filmi izlerken epey heyecan yapsam da, sonlara doğru "oehh" dedim ki hiç bir Ferzan Özpetek filminde oehh demişliğim olmamıştı, bu bir ilkti.





Öğleden sonra pek sevgili Hayyam' a yollandık, 50 mm nikkor almaya gitmişken, 24 120 mm ile çıktık, fotoğrafçıda epey tatmin olduysam da, çıktıktan sonra bir pişmanlık dalgası sardı içimi ki anlatamam, baya da bi para saydım kendisine öyle mal gibi almış bulundum, neyse konuşturucaz sanatımızı yapacak bir şey yok.. öhöm. neyse.

Akşam Bronx' ta bi konser vardı, ona hazırlık olsun diye içmeye başladık Mono' da, sonra konserin 11'de olduğu mesajı geldi, ertesi gün de iş güç olunca eve doğru yollandık, işte tam orda bir D&R çarptı gözümüze.. İşte bu kadar yazıyı sırf D&R 'a gelebilmek için yazdım, ana konu buydu.


Bir Patti Smith kitabı (Çoluk Çocuk' tan sonra almamak ayıptı), Korhan Futacı ve Kara Orkestra' nın "Pavurya" sı (Hani dvd olarak çıkacaktı olm bu? kandırıkçılar) ve esas bomba, ---aldığım ilk plak olarak tarihe geçsin lütfen!!--- Florence and The Machine "Ceremonials".. Görünce dayanamadım, bu arada yeni plaklar ne kadar pahalıymış yahu, ama aldığıma da pek sevindim, evin en klas köşesine yerleştiriverdim hemen.

10 May 2012

28

Evet, bir doğumgününün daha sonuna gelmiş durumdayız, sırada evlilik yıldönümü ve Barış' ın doğumgünü var ve hepsi bu ay içinde, daha önce de defalarca söylediğim gibi bu ay çöküş ayımız:)

Her şey işyerimdeki sürpriz partiyle başladı, güya sürpriz ama daha önce pek çok kişiye yaptığımız için adım adım ne yapılacağından haberdar olunca pek sürprizi kalmadı:) ama gayet keyifliydi.

Sonra Barış arayıp beni bir arabanın alacağını söyledi, işte burda heyecan katsayım fena yükselmeye başladı. Ne? Nereye gidicez? Arabanın plakası kaç ki? soruları eşliğinde güp güp beklemeye başladım çıkış saatimi. Sonra arabaya atladım ve 1 saat sonra Cihangir' de Barış' ın yanındaydım:)

Gittiğimiz yer Cihangir' de 5. Kat oldu, eskiden Barış' la gitmeyi baya bi konuşup sonra unutmuşuz cidden güzel bi sürpriz oldu zira baya hoş bir ortamı var. Çok ayrıntıya girmeyeyim sonraki atraksiyon çok sevdiğim 2 arkadaşımın plana eklenmesi oldu şahane de oldu, baya eğlendik.


Mekan hakkında söyleyebileceğim; yemekler tırttı, manzara şahaneydi, servis yavaş, kokteylleri güzeldi ve yemek mönüsü çok yavandı.

Sonra ordan kalkıp Taksim' de Baykuş' a gittik, oraya nasıl vardık pek hatırlamıyorum zira hemen kafa olmuşum kokteyl ve temiz havadan olsa gerek:)


Baykuş' ta Kaybedenler Kulübü filminden hatırlayacağınız Gülce Duru ve Can Goksun sahne alıyorlardı, onları dinledik ve yanımızdaki arkadaşlarımın arkadaşı olduğu için de bana sahneden bi güzellik yapıp doğumgünümü kutladılar ehueh, üstüne bi de cheese cake üfledim ohh yandan. Sahne performansları şahaneydi bu arada..




Anlayacağınız bu sene sürprizlere doydum, her şey şahane geçti, ama enn bi güzelini en sona sakladım. Pek sevgili kocim Barış' ın hediyesini (her sabaha uyanıp bi okşadığım, amanda aman diye sevdiğim) sizlere sunmaktan pek bir keyif alıyorum şu anda sevgili dostlar..



(Mutluluktan kaymış tipimle)





Sıra geldi ben Barış' a ne alacağım diye kıvranmaya..