19 May 2011

telaşa mahal yok - mu?

Mp3' ümün en yakınım olduğu şu günlerde, hayat hızla akıp gidiyor-muş şöyle bir geriye göz kısıp bakmaya çalışınca, anlıyorsun. Geçen sene bu günlerde (bknz, alttaki foto) doğumgünüm, Barış' ın doğumgünü, evlilik yıldönümümüz kocaman şenliklerle devam ediyordu (evet hepsi birkaç gün arayla) bu sene birbirimizi görünce şanslı hisseder olduk, zira Barış bu aralar her gün 2 saat gidiş 2 saat dönüş yaparak kitap fuarına gidiyor, ben zaten malum. Ketçap mayoneze, ton balığına, sade makarnaya bu derece sardıracağımı bilmezdim, bilen bilir insan eve gelince bırak yemek yapmayı üstünü değiştirmeye bile zor adapte oluyor. Hele o makyaj temizleme sahnem (hazırlık, banyoya doğru terlik sürüme, pamuğa acıklı bir bakış fırlatmak, suyu açarken ki o feryat ...) kameraya falan çekilse adeta ağlatır adamı.

Tüm bu karmaşa içinde kendime şöyle bir geriye çekilip baktığım zamanlarda (uykuya dalmadan önce ki 30 saniye kadar, o da şanslıysam tabi) hemen moda girdiğimi farkettim, oysa ben hem işinde gücünde, hem gastronomisinde hem de konserinde festivalinde olacak kadındım, şimdiki tabloya bakınca ürperdim. Dün Şanslı Masa izleyip anırarak güldüğümde farkettim bunu mesela. Oysa bir elimde şarabım, diğer elimde Oğuz Atay kitabım, fondan gelen Tori' nin ılık sesi eşliğinde şöyle bir göz ucuyla bakmalıydım tozlanmış kumandalara. Şu durumda Şanslı Masa izleyip anırarak gülerken, ayyy keşke bugün Sörvayvır olsaydı diye ağlarken, yerlerde birikmiş bilumum tozlara bakmaktan kaçınırken buluyorum kendimi. Ara sıra da eski çektiğim fotoğraflara bakıp iç geçiriyorum, çok matah şeyler yapmışım gibi geliyor, vay anasını bunu nasıl çekmişim ya falan diyorum. Diyeceğim o dur ki sanki ben, benlikten çıktım gidiyorum dört nala. Bunu da en son iş kıyafetim yok hep tişört, kot, spor ayakkabı diye söylenerek çıktığım bir alışveriş merkezine doğru yol alacakken geri dönüp fotoğraf makinemi de yanıma aldığım, yolda yürüyen bir adet insan ve bir adet ne idüğü belirsiz reklam panosu çekip adeta eşek ölüsü ağırlığında ki zenitime ağlamaklı bir bakış atıp çantama geri tıktığımda anladım. En azından anlama yetim henüz yerli yerinde, onu da muhtemelen tek ayak gidip gelmeye çalıştığım belediye otobüslerinde bir gün kaybedeceğim.

Hayaller de baya bi değişime uğradı mesela. Bundan 2 ay öncesine kadar dünya çapında hayalleri olan ben, bugüne baktığımda hayallerimin sadece dövme yaptırmak, Bon Jovi konserine gitmek ve sınırsız uyku vaadi olan bir çalışma düzenine sıkıştırıldığını görüyorum. Mesela şu an benim için dövme yaptırmak dünyanın ennn zor hayali. Önce gidip bir görüşmek, ardından randevu almak, sonra yaptırtmak falan ohhooo, baya baya zor geliyor bana. Oje sürmek misal, hele 2 kat süreceksen işin iş, kurumasını bekle falan, hayat zor diyip acıklı bakış fırlatıyorum tv' ye doğru.

Son olarak, mp3' üm benim canım diyerek özlü bir sözle bitiriyorum bana upuzun gelen yazımı. hadi silin gözyaşlarınızı, ağlamayın artık, iyiyim ben. ehehe. (son gülüş annem okur da meraklanırsa diyedir, alakasızdır)

Not: Annem telefon görüşmelerimizi ve mesajlarını artık "kib" diye sonlandırıyor, hadi kiiiibbbb diyor mesela, ailece üşengeciz sanırım.

4 May 2011

geçen günler



- Bayadır bir şey yazmayışım vakit darlığından değil gerçekten de pek bir şey olmadığından.

- Evet, ilk başta söylediğim noktaya 1 ayda geldim, ne kitap ne fotoğraf ne film ne dizi (behzat ç hariç öhöm)

- Şu 1 ayda, 4 senede hiç gitmediğim yerlere giderek İstanbul' u nihayet tanımaya başladım. Hele o sabah yaptığım tren yolculukları.. Yağmurlu bir gününüz varsa sabah saatlerinde yolunuz eskaza da olsa Haydarpaşa' ya düşerse, şöyle bir durmanızı tavsiye ederim. sadece durun, zira etrafınızda pek çok şey yaşanacak.

- Zenit' imde boş makara bekliyor ve bu normal şartlar altında olabilecek bir durum değil, durum vahim yani ehe.
- Tüm bunların haricinde çalışmak güzel gerçekten, yorgunluktan bazen ölsem de evde geçirdiğim günleri özlemiyorum, en güzel kısmı da bu olsa gerek.