25 Kas 2009

Yes Man (Bay Evet)


Dün akşam kocimle izleyecek bir dizimiz olmadığı için seçtiğimiz filmdir kendisi, pek bir eğlendik, e tabi işin ucunda Jim Carrey olunca eğlenmemek imkansız.. Ben pek bi severim sayarım kendisini.. Bu şahsına münhasır kişiyi ayrı bir başlıkta incelemek istediğimden daha fazla yorum yapmak istemiyorum , filmi konuşalım en iyisi..

Carl Allen: Jim Carrey

Carl, bankada kredi sorumlusu olarak çalışan ve hayatını her şeye hayır demeye adamış bir sevimli bir insan. Telefonlara çıkmayan, evinden işine işinden evine gidip gelen, yakın arkadaşlarıyla bile görüşmeyen asosyal bir kimse. Bi gün Carl, herşeye evet deme gibi saçma bir programa katılıyor, ondan sonra da olaylar gelişiyor, güzel ya da kötü. Her filmde olduğu gibi bu Jim Carrey filminde de mutlu son bizleri bekliyor. Daha da spoiler vermeyelim.

Ufak Tefek Bilgiler:
* Roman uyarlaması. Danny Wallace yazmış.
* Süre: 104 dk
* Yapım: ABD, 2008
* Filmin müzikleri çok güzel, özellikle de oyuncular tarafından icra edilen şarkılar pek bir sevimli.

23 Kas 2009

Away We Go


2009 yapımı, yönetmen koltuğunda da Sam Mendes'i gördüğümüz pırıl pırıl bir film.. Daha filmi izleyeli 10 dk oldu ve hemen sıcağı sıcağına yazmak istedim. Konusu kısaca şöyledir efenim, bir çiftimiz var tanışalım; Burt ve Verona.. Verona hamile, Burt sevimli.. Kendilerine iyi bir yaşam sağlayacak güzel bir yere taşınmak istiyorlar ve tüm film boyunca bunun arayışındalar.. Gittikleri her yerde de enteresan, bi acayip kişiliklerle karşılaşıyorlar, akrabaları, arkadaşları.. İkilinin arasındaki konuşmalar çok güzel ve etkileyici özellikle.. Dediğim gibi pırıl pırıl, şirin mi şirin bir film.. Bu arada filmin müzikleri mü-kem-mel..

Süre: 1 saat 38 dk
Yönetmen: Sam Mendes
Müzik: Alexi Murdoch
Verona ve Burt: Maya Rudolph & John Krasinski

Kuzguncuk Türküsü

Yaklaşık 1 hafta önce Üsküdar Tekel Sahnesi'nde gittiğimiz güzel bir oyun. Kısaca özetlemek gerekirse, Rumların Yahudilerin Müslümanların Ermenilerin Kuzguncuk'taki yaşamını ve 6-7 Eylül olaylarını ele alıyor. Özellikle ilk bölümü çok neşeli geçiyor, oyuncular kol kola şarkılar söylüyor, dans ediyor, neşeyle izliyorsunuz.. İkinci bölüm nispeten olayları sahnelediği için daha buruk geçiyor, hüzünlü şarkılar söyleniyor, ki o şarkılar izleyiciyi nerdeyse yerden yere vuruyor.. En azından ben o şarkılardan ve o güzel sesli oyunculardan çok etkilendim.. İkinci bölüm birincï bölüme göre biraz daha kısa sürmüş, izleyiciler gibi bizde, oyuncular selam verene kadar bittiğini anlayamadık mesela..

Yazan: Güngör Dilmen
Rejisör: Cemal Ünlü
Dekor: Medine Yavuz
Kostüm: Şirin Dağtekin
Işık: Enver Başar
Müzik: Cumhur Bakışkan
Dans Düzeni: Veysel Aymaz
Oyuncular: Gülenay Kalkan, Murat Karasu, Ergun Akvuran, Ali Ersin Yenar, Ömer Hüsnü Turat, Ayşe Tunaboylu, Ali Fuat Çimen, Okday Korunan

**Oyunun fotoğrafları devlet tiyatroları sitesine yüklenmediği için koyamadım..

22 Kas 2009

Pazar Günü Etkinliği


Bu da yeni etiketimiz.. Hımm...
Pazar'ları tatil olduğumuz için bir yerlere atıyoruz kendimizi Barış'la. Misal dün ne yapmışız bi bakalım. Sabah 9:30 gibi kalktık, Barış kallavi bir kahvaltı sofrası hazırlamış bi güzel tükettik. Efendime söyliyim, saat 14:00 civarı evden çıktık, istikamet Çengelköy.. Fotoğraf makinemizi ve sırt çantamızı da aldık. Önce oturup bi sahlep içtik, ardından da yürüyerek Beylerbeyi'ne gittik ve bol bol fotoğraf çektik. Sonracığıma, benim giymekte ısrar ettiğim ayakkabılarım ayağımı zonklatmaya başlayınca minibüse binip Üsküdar'a vardık, Barış'ı Beşiktaş'a gidip dvd almaktan son anda vazgeçirdim, neyse ki yol üzerinde bi dvd ci bulduk ve baya bi film aldık, o sevinçle bi de ev alışverişi yapalım evde güzel bir akşam yemeği yiyelim dedik ve nihayetinde eve döndük, yeni gözdemiz flash forward izledik ve pazar akşamını en güzel sonlandırabilecek dizi olan "leverage" ile pazar'a elveda dedik.
**Bu da böyle bir günümüzdür sevgili blogger**

19 Kas 2009

Tarla Kuşuydu Juliet


Bu oyuna yaklaşık 3-4 hafta önce gittik. İstanbul Büyükşehir Belediyelerinin oyunu. Çok çok güzel..
Shakespeare'in Romeo ve Juliet'ini hepimiz biliyoruz.. Shakespeare hikayeyi bitirmiş ama bu oyunda devam ediyor .. O romantik, dramatik, ağlatan hikayeyi alıp devamını bir kahkaha şenliğine çevirmeyi başarmışlar adeta.

Yazar: Epharaim Kishon
Yönetmen: Engin Alkan
Oyuncular: Engin Alkan, Özlem Türkad, Murat Bavli, Çağlar Çorumlu

Romeo ve Juliet evlenirler hatta çocukları bile olur, ancak aile içinde çatırdamalar vardır ve en sonunda dayanamayan Shakespeare mezarında ters döner ve evli çifte bir ziyaret yapar. Bu rolde Çağlar Çorumlu adeta harikalar yaratmış, ortaya çıkmasıyla seyircinin yerlere yatması bir oldu. Aynı şekilde Murat Bavli çiftin kızı rolünde ve o da bir hayli şirin bir rol sergilemiş (burda şirin kelimesini kullanmak zorundaydım:)) Engin Alkan ve Özlem Türkad zaten tanınmış simalar, 7 numara adlı bir dizide uzunca bir süre oynamışlardı. Hatta Çağlar Çorumlu'da o diziden.
Oyunun bir süprizi daha var, salona girdiğiniz zaman Engin Alkan ve Özlem Türkad'ı sahnede yemek pişirirken görüyoruz, tam saati geldiğinde de hiç bir şey olmamış gibi oynama başlıyorlar. Oyun esnasında pişen makarnayı da bir güzel tüketiyorlar, oh valla :) Zaten Barış'la oyundan sonra eve koşar adım gelip gecenin köründe 1 paket makarna tükettik sayelerinde, onu da söylemeden geçmek istemem:) Ayrıca süprizleri bununla da bitmedi, maşallah tüm oyuncular birbirinden yetenekli, oyunda bir kaç şarkı çalındı oyuncularımız tarafından, hatta sanırım bazılarının sözleri bestesi Engin Alkan'a aitmiş, hem çalıp hem söylediler, bateri, gitar, bas gitar.. Sesleri zaten çok güzeldi..

Tiyatroya bayadır ara vermiştik ve sezonda ilk gittiğimiz oyun bu oldu, çokta iyi oldu, neler kaçırdığımızı görmüş olduk, kesinlikle tavsiye ederim, mutlaka görülmesi gereken bir oyun..

Oyunu buradan da inceleyebilir, biletleri takip edebilirsiniz.

17 Kas 2009

Ful Yaprakları


Artık bir de tiyatro köşem olsun istiyorum, hazır her hafta düzenli gidiyorken, haftada bir yazarım muhtemelen.. İlk yazım, çok beğendiğim ve 2005 ten beri perde demesine rağmen daha geçen hafta izlediğim bir oyun, Ful Yaprakları .. Yazarı Çiçek Taksi'den de tanıdığımız "Civan Canova". Aslında pek çok projede yer aldı ve yazdı ama ben en çok Çiçek Taksi'den tanıyorum kendisini. Sonrasında bu oyunda adını görünce epey şaşırdım aslında, zira yazarlık yaptığını bilmiyordum. Oyun görsel olarak çok zengin.. Sahnede ekranlar, kameralar var, her şekilde izleyebiliyoruz oyuncuları..

Oyuncular: Musa Uzunlar, Özlem Güveli, Özden Çiftçi

Musa Uzunlar malumunuz Kurtlar Vadisinin İskender Büyük'ü.. Ama ben onu hep Süper Baba'daki "Sinan" rolüyle hatırlamayı yeğliyorum :) Kendisi orda İpek'i canımız ciğerimiz Fiko'dan alıp yurtdışına götürmüştü.. Neyse konudan saptım iyice..
Musa Uzunlar "Richard" olarak karşımıza çıkmakta ve muhteşem bir oyunculuk sergilemekte.. Bakalım devlet tiyatroları ne demiş?

‘Dünyada beni özleyen, sesimi duymak isteyen tek bir canlı dahi yok.’

Ful yaprakları, sesleri çıkmadığı halde hayata haykırmaya çalışanların oyunudur.

‘Orada kimse yok mu?’

Yaşam hiç bir evresinde kucak açmamıştır, koca şehrin ortasında, tek kişilik hücrelerinde yaşamak zorunda bırakılanlara.

Tek yol kendilerine benzer birilerini bulmaktır. Ama‘kendilerine benzer birileri’ de yoktur aslında. Çünkü o ortamda kendileri bile kendilerine benzememektedir.

O halde gerçeği sanalın içinde eritmek ve de yeniden şekillendirmek gerekmektedir.

‘Ful Yaprakları’, hiçliğin kıyısında dolananların var olma ve hayatlarını yeniden yazma çabalarıdır.

Oyun için tıklayın

Zar Adam (The Dice Man)


Öyle uzun uzadıya anlatacağım bir kitap olamadı malesef kendisi.. Genelde böyle kitapları ben, çok ağır kitaplar okuduktan sonra biraz mola vermek amaçlı okuyorum, çerez niyetine bir nevi.. Ama kendisi bana 1,5 aydır eziyet oldu nerdeyse, kaç kere bırakma isteği oluştu içimde anlatamam, ama kitapları yarım bıraktıkça içimde öyle bir vicdan yapıyorum ki, okumalıyım diyorum bende..
Aslında Zar Adam'ı okumaya birazda belki Olasılıksız'a benziyordur diyerek başladım, Olasılıksız'ı yine çerez kitap niyetine bir solukta okumuştum, heyecanlanarak.. Kitap kapakları benziyor, bunu ben uydurmuyorum okuyan çoğu kişide aynı niyetle almış aslında kitabı.. Her elime alışımda kitabı 3-4 sayfa okuyup bıraktığım için 1,5 ayda bitirebildim. Her neyse ...

KONU: Başroldeki adamımız Luke Rhinehart.. Aynı zamanda bu isim, kitabın yazarı George Cockroft'un takma ismi .. Sevgili Luke, kitabın başından sonuna kadar, attığı zarlara göre hareket eden bir psikiyatrist. Kitabın arka kapağında da yazdığı gibi, basit zar atışlarıyla kendi dinini oluşturarak hayatını sonsuza kadar değiştirir. Bunu hastalarının da pek çoğuna aşılar.. Evet, özeti budur, başkaca da söyleyecek bir şeyim yoktur..

Not: Bir de Zar Adam'ın Peşinde diye bir kitap çıkmış ki, aman allahım diyorum...

Flash Forward


Şu ara ülkemizde de revaçta olan yine bir abc dizisi. 1999 da Robert J Sawyer'ın yazdığı yine Flash Forward isimli romandan uyarlama.. Abc kanalı muhtemelen Lost'un bitmesine bir sezon kala yerini bırakacak emin bir dizi istedi ve ortaya çıkan şeyde gayet lostumsu oldu, eh yapacak bir şey yok bize izlemek düşer. Yine başladık alternatif senaryolar üretmeye.. Efendim henüz izlememiş veya duymamış olanınız varsa biraz özet geçeyim yüksek müsaadenizle,

**********************ÖZETİMSİ********************************

İnsanlar hayatlarına devam ederken, bir anda 2 dk 17 sn kadar bayılıyorlar, kalktıklarında her yer her yerde, hastaneler dolup taşıyor, arabalar birbirine girmiş, ölenler, yaralananlar gırla.. Sonradan öğreniyoruz ki bayılan her bir insan 6 ay sonraki 29 nisan 2010 daki 2 dakika 17 saniyelerini görmüş.. Başrol oyuncumuz burda devreye giriyor (Lost'un ilk bölümlerdeki baskın oyuncusu Jack gibi) Mark Benford, memnun olduk.. Kendisi, arkadaşı Demetri Noh gibi FBI ajanı, ve vakit geçmeden olayı araştırmaya başlıyorlar. Bu arada Mark'ın karısı Lost'tan hatırlayacağımız bir isim, Desmond'un sevdiği kadın Penelope Widmore.. Burda Olivia Benford olmuş, pekte güzel olmuş.. Mark ve Olivia'nın pek tatlı bir kızları var, o da kilit bir rolde aslında. ilk bölümünde zaten tüm oyuncularını tanıtıyor.
Bu bayılma mevzusundan sonra tüm insanlar internete hikayelerini girmeye başlıyorlar, hikayeler birleşebiliyor, çünkü gördüğün görüntüde kim varsa onlarla iletişime geçtiğinde öğreniyorsun ki onlar da seni görmüş, yani ortaklıklar var, gizemli bir şeyler dönmekte falan filan.

**********************ÖZETİMSİ********************************


NOT: Ben henüz 4. bölüme gelemedim ama 4. bölümde Lost'tan tanıyıp erken gidişine pek üzüldüğümüz Charlie (Dominic Monaghan) karakteri de oynayacakmış, işte buna kadeh kaldırırım kendi çapımda.

16 Kas 2009

Saçımı MOR a Boyatma Sebeplerim


Saçlarım 6 aydır kızıl. Evet kızılı çok severim, kızıl değil de aslında bakır diyelim, evet bakır rengi herkese yakışmaz, ayıptır söylemesi ben kendimde beğenirim, dostlarımda aynı şeyi söyler, peki ama niye birdenbire mora boyattım? Evet sevgili bloggerler, burda bunu maddelere dökeceğim, heyecanlıyım, evet..

** Efendim, yeni boyanmış saç yaklaşık 2 hafta güzeldir, hatta güpgüzeldir, ama benim gibi saçları çok çabuk uzayan insan evlatları için saç boyatmak tam bir kabustur, hele ki dipten gelen saç koyu renk bir saç ise..

** Bu bakır kızılı bir akar bir akar ki hiç sormayın.. Önce bir turuncu çıkar ortalığa kendini bir gösterir, sonra bir sarımtırak renk alır, ardından gelen renge ise hiç değinmek istemiyorum :) o derece vahimleşir yani olay..

** Bu bakır kızılı evde kendi kendine boyanabilecek bir kızıl da değildir efendim, yani son 6 aydır ve daha da önce tüm üniversite hayatım boyunca, yani o öğrenci parasızlığında bile kuaförlere baya baya para harcamışımdır, bıkkınlık diyelim şunun adına.

** Daha önceki bir yazımda belirtmiştim, ben kuaförlerde geçirdiğim zamana acırım arkadaş.. Yani tamam kitap, gazete, broşür ne varsa toplar giderim evden, ama o da bir yere kadar o gürültünün altında, e tabi bi de kuaförlerin bitmek tükenmek nedir bileyen tırı vırı soruları olur illaki.. Bu saçı nerde kestirdin? -aa şurda hani var ya bıdı bıdı.. - hımm yok olmamış (zaten bi kerede beğenin)

Evet aklıma gelen maddeler bunlar.. Sonra ne mi oldu ey dost? Sinirlendim.. Resmen uyuz oldum.. O gazla daha önce hiç yapmadığım bişey yaptım, dışardan boya alıp saçımı boyadım, hem de patlıcan moruna, nasıl mı oldu? ohh çokta güzel oldu be, valla bak.. Barış'ın da katkısı olmadı değil tabi.

anafikir: Eğer kendi saçınızı boyayabilme yeteneğiniz varsa ya da yetenekli bir kocanız, dostunuz, ebeveyniniz varsa alın boyanızı kendiniz boyayın kardeşim, valla gerek yok yani, hem zaman hem para hem artizlik katıyor insana. Ben şimdiden heveslendim bi dahakine ne renge boyasak diye.

11 Kas 2009

Damla Sakızlı Türk Kahvesi


Mmm...Bayılırım. Çeşme - Alaçatı civarına giden herkese sipariş edesim gelir. Bunu seven bilir, çok sevince, hatta sevgide aşırıya kaçınca sade kahveyi içemez hale gelir insan. Son birkaç senedir cafelerde de yapıyorlar artık. Tabi güzelini, tazesini bulabilirseniz.. Aromatik kahve sevmeyenler muhtemelen çok ayıla bayıla içmez. Ben kahvenin her türlüsünü sevdiğim için herşeylisini içebilirim herhalde, tabi kabul edilebilir olanlarını, abartmayalım :) Barış'ın halası Çeşme'den bize enfes damla sakızlı kahve ve sakız macunu getirmiş. Şöyle bir şey gördüm araştırırken, çay kaşığıyla sakız macunundan alıyosun soğuk su dolu bardağa koyuyosun, sonracığıma sade kahve yapıyosun yanına, içmeden önce çay kaşığından bir parça alıp damağına yapıştırıyorsun, ardından bir yudum kahvenden alıyorsun, hımm.. Hiç denemedim, en kısa zamanda denemek istiyorum, hatta bugün, hatta şimdi...