28 Eyl 2009

İdeal Meslekler


Kızlar bilirler, aileler için, her zaman en ideal meslek öğretmenliktir. Tamam kabul, haftasonun var, efendime söyliyim yaz tatilin var, somestre tatilin var.. Var da var.. Yahu kardeşim, hiç kimse de çıkıp demiyor ki öğretmenlik zor zanaat ve o tatiller de olmasa nasıl verimli olacak o öğretmenler kafayı yemeden? Her neyse, ben öğretmen olmadım, çokta istemedim açıkçası, şimdi bunun kpss si var, yüksekte alsan, ağzınla kuşta tutsan atanamamak var, zor iş dediğim gibi, dayanamam, o kadar sabrım yok benim. Ama saygıda da kusur etmem, etmedim. Dediğim gibi, işleri çok ama çok zor!
Çocukken ya da ergenken ya da ne biliyim kendini bilecek kadar büyümüşken kafada kendine çizdiği mesleği kaçımız edinebildi? Kaçımız memnun mevcut mesleğinden ya da kaçımızın beyni zehir gibi geleceği hakkında? Çok faktör var memnuniyetsizliğimizi dürten.
Laf madem buralara kadar geldi ben müzikle ilgili yani içinde müziğin olduğu her hangi bir mesleği yapabilirdim sanırım, ya da kitap ya da kendimi geliştirebileceğim herhangi bir şey.. Hayatı daha kaliteli yaşamak adına bankacılığı bırakmış biri olarak söyleyebilirim bunu.. Evet..
Aslında bu yazıyı yazmaktaki amacım da "ah bir köşem olsaydı" diyip gitmekti, ama kafamda baya bişeyler varmış, yazayım dedim. Severek takip ettiğim köşe yazarları var ..Hepsine de özenmişimdir günün birinde. O yüzden buralara yazmak hoşuma gidiyor. Bir Carrie Bradshaw olamıyoruz belki ama ne var yani bizde böyle tatmin ediyoruz kendimizi.
Bu arada şunu da söylemeden geçmeyeyim, listedeki hayal ettiğim mesleklerimden birini neyse ki sevgili kocacığım yapıyor, "sahhaf". Hoş, kendide bir müddet "barmen" olma hayaliyle yaşadı :) Ne diyeyim hayat zor, umduklarımızdan çok bulduklarımızla mutlu olmaya çalışalım, sevelim sevilelim, bende daha fazla uzatmayayım.

23 Eyl 2009

Kings Of Convenience / Declaration Of Depence





Birbirlerini 11 yaşından beri tanıyan Norveç'li bir ikiliden oluşuyor grubumuz. Erlend Oye ve Eirik Glambek Boe. Her daim mutluluk saçar melodileri .. Sessiz, sakin, bol güneşli günlerin müzisyenleridir gözümde. Şarkıları bir uçtan diğer uca kelebek gibi uçuşur, kulak yormadan, isyan isyan diye zıplatmadan.. İşte böyle bi severim kendilerini. Yeni albümleri Ekim'de çıkıyormuş diye duyum aldım, bir iki kelam da ben edeyim istedim.

Yeni albümün ismi: Declaration Of Depence
Albüm fotoğraflarından anlaşıldığı üzere yine sıcak, güneşli olacak şarkılar. İlk klip Boat Behind'a çekilmiş, şirin mi şirin.
İlk kez dinleyecek olanlar varsa tavsiyem odur ki; Misread, Know How, The Build Up benim döne döne dinlediğim şarkılardan bazılarıdır, Kings Of Convenience için iştah açıcı olarak kullanılabilir.

19 Eyl 2009

Kuaföre Gitme Sendromu, Fön Eşliğinde Geçirilen Bilumum Krizler, Saç Boyalıyken Dışarı Kaçıp Kendini Arabanın Önüne Atma İstekleri Üzerine Bir Yazı




Hayatta vakit geçirmeyi sevmediğim bir yer varsa da orası da kuaförlerdir benim için. Mesela bugun yine 2 saatimi harcadım ve kendimi koltuğa adeta zamklayarak kaçmamayı yine başardım. Aferim bana. Bu işkenceler üniversitede saçımı boyatma hevesimle başladı. 4 sene kadar turuncu, kırmızı, bakır, vs kırmızı ve kızılın her türlü tonu denendi tarafımca. O seneler boyunca her kuaför maceram sona erdiğinde bi daha boyatmayacağım desemde yine kendimi o işkence koltuğunda otururken buldum. Şimdi neden mi nefret ediyorum kuaförlerden işte şunlar yüzünden;

* Acaba istediğim renk tutacak mı, saçım istediğim şekilde kesilecek mi paniği yüzünden
* Fön makinesinin bazı zamanlarda frütöz gibi çalışması ve kokan deriler yüzünden
* O uğultunun içinde, sıkılmış kuaförlerin sizinle muhabbete girme isteklerinden, söylenen hiçbir şeyi anlamamam yüzünden
* Salona girdiğiniz andan itibaren sizi baştan aşağı süzen kadınlar yüzünden
* Çıkarken ödediğiniz servet yüzünden
* O kadar işkenceden sonra dikkat edin 1 sene değil, 6 ay değil sadece 1 ay sonra aynı işkenceye tekrar katlanacağınız düşüncesi yüzünden

Neyse işte bu liste gittikçe gider. Bunlar kötü tarafları tabi. En iyi yanı elbette ki çıkma anınızdır, eve gittikten sonra aynaya bakma anınızdır ve aldığınız güzel iltifatlardır.
Ben genelde sadece saç rengimle oynarım, o da zaten hep kızıl yörüngesinde olur. Saç boyu genelde aynıdır, uzun. Yani öyle upuzun rapunzel saç modeli de değil. Bazen kısa kestirmeye özenirim ama çoğu zaman üşenirim gitmeye ya da hemen saniyesinde vazgeçerim. Barış'ta malesef kısa saç sever. Evlendikten sonra onunda vermiş olduğu gazla kestirdim, küt model ama önleri uzun ve tabiki de kızıl. Kullanımı çok daha rahat ama asla uzun saçın vermiş olduğu havayı veremiyor kadınlara bence. O yüzden saçımı çekiştiresim geliyor bazen çabuk uzasın diye.
Kuaförde beklemekte çok sıkıcıdır, çok doludur o salon bazen, bazı anneler çocuklarıyla gelir, etrafta koşuşturan çocuk sürüleri görürsünüz sinirleriniz daha beter yıpranır. Ben giderken yanımda dergi, gazete, kitap ne varsa toplar götürürüm. Ancak okumaya pek mecal kalmaz, ya yanda oturan kadın hayat hikayesini anlatıyodur ya da müziğin sesi ve fön makinelerinin sesi izin vermez. Mesela bugünde yanıma yemek tariflerine kadar bi ton dergi aldım ama yandaki bayan saçını boyayan kuaförü Akçay'daki yazlıklarına çağırınca dumur oldum ve okumak gelmedi içimden..
Allahtan mızmız bi insan da değilim, hiç olay çıkarmışlığım beğenmemezliğim olmamıştır bugune dek. İstediğim şeyi bilerek gittiğimden sanırım.. Kuaförlükte zor zanaat tabi o kadar kadını memnun etmek hiç kolay olmasa gerek.
Bu yazıyı bugun yazmasam muhtemelen üşenip hiç yazamazdım, bugunun bana yaşattığı ilhamla yazdım değerli okuyucu. Sen sen ol, doğal saç rengini değiştirmekte ısrarcı olma. Saygılar, sevgiler..

18 Eyl 2009

Parfümün Dansı (Jitterbug Perfume)


Son zamanlarda okuduğum en mistik, değişik, harikulade kitap.. Bana kalırsa büyük bir deha ürünü. Bildiğimiz nice sıradan kitabın arasından bir anda sıyrılacak nitelikte. Tom Robbins bu kitabı resmen ince ince işlemiş. İnce esprilerle dolu anlayanına. Okurken çoğu yerde gülümsetiyor insanı.

Başlangıçta biraz karışık gelebilir, ama sabredip devamını getirirseniz hepsi değişik bir şekilde bağlanıyor. Konusu sadece parfümle alakalı değil. 1985 yılında ilk basımı “Pancarın Dansı” adıyla yapılmış. Mitolojik çağlardan günümüze kadar süren bir koku arayışı ve ölümsüzlük beklentisi.

Ben en çok Alobar, Kudra ve Pan’ı okurken eğlendim, eğer okursanız anlayacaksınız ne demek istediğimi.

Kitabımız Alobar isimli bir kralın yaşlandığı için ölüme mahkum edilmesi ve onun buna karşı çıkıp kaçmasıyla dünyayı gezip ölümsüzlüğün sırlarını aramasıyla başlıyor . bir zaman sonra birlikte yaşayacağı çok sevgili Kudra ile karşılaşır. Kudra’da kendi yaşadığı yerde ölüme mahkum edilmiştir ancak o da Alobar gibi kaçar. Beraber ölümsüzlüğün sırlarını ararlar. Derken flüdüyle insanlara mutluluk kaynağı olan yarı keçi tanrı Pan ile yolları kesişir.

Pan yarı keçi olduğu için onları kötü bir kokuyla takip etmek durumundadır ve bu da ikilimize Pan ın eşlik edebilmesi için bir parfüm yapma fikri doğurur. Sonunda Kudra müthiş bir parfüm yapar, temel notaları da bir yandan Seattle da bir yandan New Orleans’ta bir yandan da Fransa’da keşfedilmeye çalışılır. Bu çok kabaca bir özeti. Sonu çok güzel ve özel..

Özellikle ilk başlarda betimlemeler anlamsız gibi görülse de yazar ve kitap hakkında ortalara doğru daha bir fikir sahibi olunuyor ve çabucak alıştırıyor kendine. Kısacası okuyun, sabrın sonu hakkaten de selamet bu kitapta.

Arka Kapak: "Oyunculuk uçarılık değil, bilgeliktir" diyerek çılgınlık derecesinde "oyuncul" romanlar yazan Tom Robbins, bu romanda hayatımızı var eden en temel kavramlar hakkında düşünmeye ve insanın doğayla ilişkisinin kopma sürecinin anlatıldığı düşsel / tarihsel bir yolculuğa çağırıyor bizi. Batı'dan Doğu'ya, oradan da Yeni Dünya'ya uzanan, ölümsüzlüğü kovalayan ve yüzyıllar süren bir yolculuktur bu. Batı acı çekmeyi seven, mantığa, bireyciliğe ve üretime tapınanların diyarıdır. Doğu, aşka, boş zamana, münzeviliğe, bilinmezliğe hayatında yer veren insanların yaşadığı su ve parfüm diyarıdır. Yeni Dünya'da ise sadece "başarı" ve hırs vardır. Yolculuğun en ilginç kişisi ise keçi ayaklı, zevk ve bereket tanrısı Pan'dır. Pan, insanların duyguları ile düşünceleri arasına duvar çekmeleri, yaşamak yerine, cennete kabul edilmek ve doğayı tahakküm altına almak için çalışmaları; dans çalışmaları; dansı müzik ve aşkal ilgilenmek yerine, doğru ve yanlışla uğraşan Aristo, İsa ve Descartes'a inanmaları ile gücünü yitiren bir tanrıdır. Aynı zamanda Bay Mantıksız, Bay İçgüdü, Bay Hayvani Sır, Bay Çingene, Mastürbasyon, Bay İnatçı Güç, Bay Küstahlık, Bay Doğa Eni İyisini Bilir...dir.


Pan'ın en yakın arkadasları ise ,"insanın kalbiyle yaşamasını " savunan kendi kendinin kralı Alobar ve Kama -Sutra'yı bütün incelikleriyle bilen koku bilgesi Kudra'dır.

Bugün Pan'ın,Alobar'ın ve Kudra'nın izleyicileri günahlarından pişman olmayan günahkarlar,inançsızlar,şehvetli kadınlar,müzisyenler,aşıklar,asiler,şairler ve delilerdir.

Bu kitapta hayatlarını bir "deney" olarak yaşayanlar anlatılmaz.Onların okumalarına da gerek yoktur zaten...

5 Eyl 2009

Redd/21



Türkiye'de çok fazla alışık olmadığımız bir çalışma, çünkü konsept albüm. Zaman zaman burnunuza Pink Floyd esintileri geliyor, dinlemeye doyamıyorsunuz. Albüm, "Çığlık" şarkısıyla 21 i doğuruyor, "Sukut" ile de dolu dolu yaşadığı hayatına gözlerini yumduruyor. İlk klip parçası "Don Kişot" albümle ilgili bilgi almak isteyenlere yeterince iyi bir referans. Şarkılar arasında uzun zamandır ilk defa favori belirleyemiyorum, tamamı yeterince iyi, hepsi favorim bile diyebilirim. Redd bununla da baya büyük bir yükün altına girmiş oluyor, bundan sonraki albümü nasıl olacak diye de merak ediyor insan, 21 e erişebilecek mi? Ben inanıyorum daha iyisi bile olabilir, çünkü Redd her albümünde kendisini kanıtladı, kötüyü bırak ehh diyebileceğimiz bir albüm bile yapmadı.
Bu albüm muhakkak alınmalı ve dinlenmeli.

4 Eyl 2009

Schopenhauer Tedavisi Bugünü Yaşama Arzusu (The Schopenhauer Cure)


Birazda faydalı şeyler yapayım istiyorum, çok severek okuduğum ya da eleştirdiğim kitaplar hakkında yorumlarımı paylaşacağım. Bugun yazacağım kitabı 1 ay önce bitirdim, bilgiler tazeyken yazalım bakalım. Önce kitap hakkında çıkan tanıtım yazısı ardından da yorumları aktarmak istiyorum.
Bu arada dikkat etmeye çalışıcam ama hafiften kitapla ilgili ipuçları, spoiler verirsem kusura bakmayın. Hadi bakalım.

Kitap ünlü psikoterapist, profesör İrvin D Yalom un kaleminden.

KİTAP ANLATIMI: İki insanın anlam arayışının büyüleyici hikâyesi. Julius eski hastası Philip Slate’i arayıp bulur. Philip için insanlarla ilişki kurmanın tek yolu sayısız kadınla yaşadığı cinsel ilişkilerdi ve Julius’un terapisi de bunu değiştirememişti. Philip kötümser ve insansevmez filozof Arthur Schopenhauer’i okuyarak kendisini iyileştirdiğini iddia etmektedir. İnsanları umursamayan, kendi içine gömülmüş Philip gerçekten de ustası Schopenhauer’i anımsatmaktadır.

Julius ve Philip en sonunda pazarlık yaparlar. Philip, Schopenhauer öğretecek, buna karşılık da Julius onu terapi grubuna alıp insanlarla ilişki kurma yeteneklerini geliştirmeye çalışacak. Arayış peşindeki bu iki insan acaba birbirlerinin hayatlarını nasıl etkileyecek?

Irvin Yalom bu son romanında Schopenhauer’in psikolojik hayatının gerçek hikâyesini zarif bir biçimde romanına dahil ederek felsefe ve hayatı sorguluyor. (Arka Kapak)


BENİM YORUMUM: Başlarda açıkçası biraz sıkıcıydı, ama ilerledikçe dikkatimi baya çekmeye başladı, sabahın köründe işe giderken bindiğim 15 dakikalık servisimde bile elimden düşürmedim, bu kitapla güne başladım, yatmadan önce yine okuyarak bu kitapla bitirdim günü diyebilirim.

Kitabımız, bölüm bölüm filozofların şahı , karamsar mı karamsar, zaman zaman huysuz Arthur Schopenhauer hakkında bilgi veriyor. Kendisi Nietzche yi de baya baya etkilemiştir, kadın düşmanıydı derler ama kitapta da göreceksiniz ben tamamiyle annesine bağlıyorum bunu. Diğer bölümlerde de günümüze dönerek, psikiyatr Julius ve hastaları üzerinde yoğunlaşıyor. Julius, deri kanseri olduğunu ve az bir zamanı kaldığını öğrenir, eski hastaların dosyasını açar ve böylece karşımıza Philip çıkar. Kitabın sonuna kadar diğer hastaların seanslarda ortaya çıkan herbiri farklı olan ilginç hayat hikayelerini okuyoruz. Aşırı bir Schopenhauer fanatiği olan Philip'te seanslara dahil oluyor.

Anlatım olarak sürükleyici, özellikle de ilk başlarını atlatabilirsek su gibi akıyor. 432 sayfa.