31 Mar 2010

"Hayatta her şeyi elde etmekten başka şeyler de olmalı"

- 4. günüm ve hala kahve içmedim ve müthiş bi reklam gördüm. Nestle "Keyf-i Tahıl" diye bi ürün çıkartmış, resmen gözlerime inanamadım, zira kahveye alternatif diye çıkartmışlar, içinde kafein yokmuş ve çarpıntıya da sebep olmuyormuş!! Bu bana tanrının bir lütfu olsa gerek diye düşündüm:) Bi an önce bulup denemem gerek.



- 1 Nisan'da Paulo Coelho'nun "Brida" adlı kitabı çıkıyor. Müthiş bi reklam yapmışlar, dün idefix siparişlerimin içinden fırlayıverdi, pek bi sevdim, hiç alasım olmayacktı kitabı ama şu an ilgimi çekti cidden, kitabın orijinal şeklinde 16 sayfalık adeta bir minyatürünü çıkartmışlar. Pek sevimli. Her kitaba nasip ossun işşala.

- "Dublörün Dilemması" adlı Murat Menteş'in kitabı da dün geldi, bitmesine çok az kaldı, şimdiden gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim. Eğer benim gibi kelime oyunlarını, benzetmeleri çok seviyorsanız hele muhakkak okuyun. Yazar müthiş bir kıvrak zekaya sahip, akla hayale gelmeyecek hikayeler anlatıyor romanında.

29 Mar 2010

Kahve Diyeti


Başlığa bakarak rejime girdiğimi falan sanmayın, ben kahve içmeme kararı aldım aslında (ağlamicam hayır)

Son zamanlarda çarpıntım çok arttı, gece yatıyorum ve resmen çarpıntıdan uyuyamıyorum. Nedeni için kalp efor testi falan yaptırmıştım zamanında problem yoktu, bende o dönem kahveyi yine kestim ve cidden çarpıntım gitti, sonra tabi tam gaz devam ettim ve yine aynı sorunla karşınızdayım.

Benim gibi tek içecek kaynağı kahve olan bi kimse, bu diyeti ne kadar başarıyla uygular bilemem. En son günde 1'e indirmiştim, son 1 sene de böyle devam ettim, ama son zamanlarda yetmemeye başladı :) hey allam.

Hadi bakalım, dün içmedim, bugün de şu ana kadar içmedim, ne kadar dayanabilicem bakiciğiz.

Kahveci Mehmet Efendi, sevgili Starbucks, sevgili Kahve Dünyası, içinde paketlerce kahve olan sevgili Mutfağım ve bunun gibiler.. üzgünüm ama bi müddet görüşemicez. Ööööööyyytttt :((((

28 Mar 2010

Serseri Mayınlar ( Mine Vaganti )


Ferzan Özpetek filmlerinin en sevdiğim yanı, filmi çok kuvvetli bi müzikle tamamlaması. Aynen bu filmde de beklentilerim müzik konusunda baya bi karşılandı. Filmin de konusunu az çok biliyordum izlemeden önce. İzledikten sonra da ilk düşüncem "ferzan özpetek yine bu filmde de ferzan özpetek'liğini sonuna kadar göstermiş" oldu. Bol bol şarap, tatlı, yemek, hayallere daldıracak görüntüler, yerinizde duramayacağınız müzikler, güzel kadınlar, erkekler, gay olduğuna inanmak istemeyeceğiniz gay'ler:), güzel yaşlılar ...

Konu, "eşcinsel bir adamın eşcinselliğini ailesine kabul ettirebilmek için hatta önce itiraf etmek için yaşadıklarıdır" diye açıklarsam bence çok düz bi insan olduğumu kanıtlamış olurum:D o yüzden konu kısmına pek girmeyeyim, zira böyle anlatılmaya çalışınca konu sığ geliyor kulağa, ama filmin arka fonundaki derinliği anlayabilmek için gitmenizi tavsiye edebilirim..

Bi de bu filmin acilen soundtrack albümünün çıkmasını istiyorum. Sözlerinden anlamadığım nefis İtalyanca şarkıların yanında, sonlara doğru bi sezen aksu şarkısı duymakta niyeyse fena halde duygulandırıyor. Meraklısı için, filmin ana soundtrack şarkısı Nina Zilli - 50Mila.

24 Mar 2010

People Are Strange


- pipıl ar sıtreynç, yes bu doğru.

- Şu sıra son gaz polisiye okumaya devam etmekteyim, herhangi bi önerisi olan varsa hoş olabilir, yazın çekinmeden.

- Bu sıra son gaz rejim yapan blog camiasına ender saraç'tan bi öneri; 3 yeşil elma, 2-3 kabuk tarçın, 15 kuru üzüm, 4-5 karanfili kaynat, ılınınca iç, çok fena çözüyo bünyeyi, ama sakın üstüne çift kaşarlı tost ve bol kremalı kahve içme-yeme. çok pis pişman olursun. benim gibi seni kimse sevmedi.

- Hani bahar gelmişti? hı? nerde?

- 118 80'i duymayan kaldı mı? eğer kaldıysa gidip embesil misin diye sorucam, yeter yahu şu reklamı çektiğimiz.

- Lost'un hayal kırıklığı nedir? Kaç senemizi yedin diye sormazlar mı adama? Ya da Dexter için Eylül'ü bekleyecek olmamız ömrümüzden kaç ömür götürür? Bihter'in bebeği Adnan'dan mı Behlül'den mi konusuna girmicem, merak etme.

- Eğer bi gün "gül hastalığı" denen hastalığa yakalanırsan, sakın gülüp geçme ve böyle espriler de yapma, gül hastalığı nerdeyse 1 ay kadar süren, bitlenmişsin gibi kaşındıran ne idüğü belirsiz bi hastalık. Bi amacı yok, belirli bi kitleye de hitap etmiyor, kişiliksiz karaktersiz meymenetsiz bişey.

- Tam karaoke yapmaya başlayıp, henüz nakarata gelmeden alttan vuran tıynetsiz arkadaş komşusu yüzünden yine keşfedilemedim. Zaten bu "keşfedici amcalar" bi bizi bulamadılar.

22 Mar 2010

Açlık Oyunları (The Hunger Games)


* Çok bunaldım, sıkıldım, ne yapsam: al ve oku, sıkıntını şıp diye kesecek

* Biraz heyecan arıyorum: tam da sana göre, heyecandan sayfaları nasıl okuduğunu bilemeyeceksin

* Çok ağır kitaplar okudum, "çerez" kitap arıyorum: arama, zira buldun onu

* Sürükleyici olsun, başka bişeye odaklanmayayım: Zaten imkanı yok, eline alınca en büyük isteğin bitirmek ve ikinci kitabına geçmek oluyor..

ee?? daha ne duruyorsun diye sorarlar adama..

* Üçüncü ve son olan kitap Ağustos'ta çıkıyor, Açlık Oyunları' ndan sonra "Ateşi Yakalamak (Catching Fire)" var, onu da al oku, üçüncüyü bekle, boyunu bük.

20 Mar 2010

Şenlikler Başlasın

Bugün büyük gün, saat 19:20 itibariye nihayet İLKBAHAR geliyor.. Artık toprak ısınacak ve günler uzayacak. Eski dönemlerde, ilkbahara geçiş dönemi büyük şenliklerle kutlanırmış, biz büyük bi karaoke partisi düzenledik arkadaşlar arasında ahaha, ne kadar değişti di mi eğlence tarzı bile.

17 Mar 2010

Yolda Bir Blogger Görünce Yapılabilecekler


Blogger camiası fotoğraf konusunda 3'e ayrılmakta..

1. Kendi fotoğraflarını sır gibi saklayanlar. Bu tip blogcu haklı sayılabilir bir nevi, zira fotoğrafının çalınmasından, kendine aşık olunmasından, internet aleminde uygunsuz sitelerde kendi fotosunu görmekten ya da "ben buyum ulan tipimi napcaksın okuyacaksan oku" diyebilmesinden ötürü yayınlamıyor olabilir. Haklıdır, üzerine gitmeyiniz.

2. Kendi fotoğrafını sereserpe yayınlayanlar. Bu tip blogcu haklı sayılabilir elbet, çünkü kendi adıma ben fotosunu gördüğüm kişileri daha yakın hissederim kendime ve daha çok takip ederim. Saçma mı? Saçma. Ama doğru mu? Doğru. Kendilerini tebrik ediyorum burdan. Yaptığım araştırmalara göre fotoğrafını çekinmeden yayınlayan bloggerlar daha çok takip edilmekte, ya da kendi çektiği herhangi bi fotoğrafı yayınlayanlar. Zaten bu mecralar, bi nevi e-günlük sayılır (e-günlükmüş, tuttum bu kavramı) istediğini yapmakta özgürsündür, zira seni seven kitleler var, aslan ve de kaplansındır.

3. Kendi fotoğrafını azcık ucundan yayınlayanlar. Bu tip blogcu aralarında en mazlumudur, aslında gaza gelse 2. şıkkı rahatça uygulayabilir ama içinde de kurt vardır "acaba" diye. Bi de bu şık arasında 2'ye ayrılır. a) yapsam mı lan? b) benim fotomu kim napsın, yayınlasam niye artislik yapıyo bu diyen olur mu? diyenler.

Gelelim konu başlığımıza,
Benim de aman fotoğrafımı koymayayım kimse görmesin diye bi derdim yok, ama bugüne kadar gerekli olabilecek bi yazı yazmadım ya da etkinlik yapmadım pek. Fotosunu koyanları da az çok tanıyorum artık, yani yolda görsem tanıyabilirim belki, emin olmamakla beraber.

Tamam sıktım biliyorum, direkt giriyorum konuya.

Şimdi, yolda yürüyosun, bi blogcu gördün ne yaparsın?

* Heyecan yaparım, bi ünlü görmüş gibi olurum yanına gidemem. Bu biraz olası ama artık gazetelere çıkan, reklamını yapsın diye binbir türlü hediye gönderilen 1000'in üzerinde izleyicisi olan şanslı bloglarda geçerli olabilecek bi durum. Zaten yanına gitsen de seni tanımayabilir, bi ton izleyicisi arasından.

* Manyak mısın? Koşa koşa giderim atlarım boynuna. Aferim, git bi de imza iste. Bu şık, aralarında en azından bi muhabbet geçmiş, birbirlerinde twitter adresleri, feysbukları efendime söyliyim msn'leri olanlar tarafından yapılabilir. Ama aranızda böyle bi sohbet yoksa, yine de denenmemelidir, zira aklını oynatmış blogcu olarak yaftalanırsın.

* Çekinirim, ama yine de bi merhaba derim. Tuttum seni, en aklı başında olan sen gibisin. Bu şık, seni tanıma olasılığı yüksek ama yine de tanıyamayabilir diyeceğin kişiler için geçerli olabilir. Kendi ismini ya da nick'ini söylediğin anda seni tanırsa ohh dersin muhabbete girersin, hoş ne muhabbeti yapıcaksın onu da sen bul. Bloga yazdıkların hakkında konuşacaksan hiç merhaba demeye girişme, gerek yok. Biraz sosyal ol.

* Uzaktan takip ederim, eve gidince yazarım ben seni gördüm diye. Bu, eğer karşındaki blogcu senle muhabbet edemeyecek kadar meşgulse, yapılabilir, ne biliyim gözünde gözlüğü, efendime söyliyim kulağında mp3'ü varsa bu şık gayet uygun.

Daha önce aranızda böyle bir deneyim geçirmiş olan varsa buyursun anlatsın. Ben kendi adıma, bana yorum yazan, beni bilen, en şirin sesimle "meraba blogcu ben ceren" dediğimde beni anımsayabilecek, bana sevgi dolu gözlerle bakabilecek blogger'lara gidip selam vermeyi uygun bulurum. Yanii, 3. şık sanırım bana uygun.

Önümüzdeki günlerde İstanbul sokaklarını arşınlayıp birkaç blogger görmeyi düşünüyorum, haberiniz olsun, mp3'le dolaşmayın.

Çocukken Yapılan Saçmalıklar


Gül hastalığımla boğuşurken bu konu aklıma geldi, zira gül hastalığı denen meret bir nevi kızamık bir nevi suçiçeği gibi bişey ve hart hurt kaşındırmakta kaç gündür beni, oyalanmam gerek.

Çocukken aşırı sosyal bi çocuk olmamakla beraber, kendi çapımda bi dünyam vardı, sosyal falan değildim ama ayıptır söylemesi herkesin en iyi arkadaşı olarak kapışılma gibi bi durumumda vardı, neden mi sevgili dost? Çünkü ben iyi bir dinleyici, iyi bir nasihatçı ve iyi bir trendikondum(bu ne) çocukken tabi, şimdi çıktım haliyle bende zıvanadan.

Kendi saçma dünyamı açacağım şimdi size birkaç örnekle..

5 yaşlarındaydım, evde annemle babam fırın için elektrik kablosu deniyolardı, bende aman bunlar bişey beceremediler kaç saattir diyip, ucu açık bir kabloyu prize sokup, annem sayesinde kül olmaktan son anda kurtulmuşluğum vardır.. Hastaneye giderken taksici çocuğun bizden daha beter panik yapıp bin türlü kaza atlatmasından da kurtulduğumuza şükrederiz ara sıra.. Elimin içinde hala iufak bi izi vardır (- x) şeklinde ahahah.

Sonracıma, kreşe giderken bi gün çok hastalandım ama gitmek gerek, annem çalışıyo falan, ben de bi tripler. Servis kocaman, ben oturuyorum, bizden sorumlu teyze kemerimi bağlıyo ama inerken çözmeyi ve beni almayı unutuyo! Hah bende sinirden inmiyorum, saatlerce beni arıyolar falan, servisçi amca görmüyo beni içerde, dolanıyoruz tüm ankara'yı beraber nerdeyse, annemler beni arıyo herkeste bi panik. Sonunda amca beni görüyo, beni mal mal kreşe postalıyolar, ıspanağı basıyolar mideye..

Aslında daha çok var, sandalyeye çıkıp kendini yere fırlatmak suretiyle yapılan denemelerim, oyuncak pilot yutmak, röntgende pilotu öylece görüp hüzün yapmak, misket yutmak, buruna üzüm tıkıştırmak, taşındık diye sinirlenip eski mahallemize kaçmak, arkadaşı ikna edip ormanda yaşamak için evden kaçmak vs.. uzar bu..

Böle bi hayal dünyası yok kardeşim diyorum ve bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorum diyen klişecilere söylüyorum, doğuracağınız çocuğun dünyasını da bi kontrol edin, zira bazen onlar da dünyaya zarar verebiliyorlar..

16 Mar 2010

The Boat That Rocked


Fazla bir şey yazmaya gerek yok, 60'lar müziğine, hayat felsefesine, tabiki rock'n roll'a ilgi duyuyorsanız ve biraz da eğleneyim diyorsanız muhakkak izleyin izleyin izleyin.. Ben yine gecikmeli izledim ama olsun:)

İllgeal bir gemi var, içinde birbirinden süper eğlenceli 8 dj var, hepsi rock'n roll yayını yapıyor, ara sıra gemiye misafirleri geliyor, hükümet radyoyu kapatmaya uğraşıyor, yani süper bi konu çok da güzel çekilmiş. Tanıdık simalar da var. Philip Seymour Hoffman, Notting Hill'in pek sevdiğim Spike'ı Rhys Ifans, Bill Nighy, Emma Thompson ...

Ah o gemide ben de olsaydım esprisini bol bol yapıyorsunuz, utanmayın kendinizden..

Rock'n'roll beybii !!

15 Mar 2010

Mp3 ve Güneş Gözlüğünün Faydaları


Bir sorunum ve birkaç da sorum var.. 1 saat kadar önce otobüsten indim, ne zamandır sinir oluyorum bu konuya,o hışımla yazmak istedim..

Otobüslerden nefret etmeyen var mı? Azdır herhalde. O şanslı azınlıkta, muhtemelen daha insani bi hatta yolculuk edenler ya da kısa mesafe yolculuk edenlerdir. Ben, otobüslerin bir sürü boş koltuğu olan ve insan gibi yolcuları olanlarını severim, herkes gibi. Ama bugün bahsedeceğim şey, dolu ve insanlıktan nasibini almamış yolcuların olduğu otobüsler. Tabi bu konuyu otobüslerle de sınırlamak yanlış elbette, bunun metrosu var, dolmuşu var, minibüsü var, yaya kaldırımlısı bile var. Ama otobüste niyeyse daha bi başka oluyo taciz.

Aslında bu konuda baya baya doluyum, saçma salak şeyler yazmaktan çekindiğim için de bi cümleyi yazmadan önce düşünüyorum, farkettiyseniz hala konuya giremedim.

Otobüse bindin, akbili bastın, mecburen ayaktasın çünkü çok dolu (eğer oturuyorsan şanslısın zira camdan bakıp herşeyi görmezden gelebilirsin) ilerleyip kendine bi yer bulmaya çabalarsın, içerisi zaten havasız, kokulu, hah dışarısı da bol trafikli, ohh değme keyfine. Bu arada yanda, sağda ya da solda, bi öküz sana bakar, içinden ya sabır çekersin, sol elinle yüzüğü göstere göstere burnumu, yanağını falan kaşırsın bak, evliyim ben gibisinden. Ama öküz öküzdür işte, bu arada kendine de kızarsın "sanki evli olmasam rahatsız etmeye hakkı var mı" gibilerinden..

Otobüsten indin, yürüyorsun. Yandan geçen ayrı bi öküz bazen ağza alınmayacak bi laf ya da saçma sapan bi laf atar, çıldırırsın. O yol iyice burnundan gelir. Cevap versen bi dert, vermesen dert.. Hoş, cevap versen "özür dilerim" mi diyecek, hayır!

İşte tüm bunlara ben kendimce az biraz çareler ürettim sevgili dost.

Simsiyah bi güneş gözlüğü edin, öküzler gözünüzü görmeyince daha az bakıyorlar (çok mu saçma, dene ve gör) Aslında ben gözlük takınca kendimi korumaya alıyomuşum gibi hissediyorum bazen, bu da bana iyi geliyor..

Muhakkak bi mp3'ün olsun, kapıdan çıkarken tak, eve girerken çıkart. Ne laf duyuyosun ne bişey, bu da fena sayılmaz.

* Bu arada, yanında kocan, sevgilin ya da erkek arkadaşın olunca delikanlı öküzlerimiz saygı duyup, göz ucuyla bile bakmıyo ya ben buna kopuyorum işte. Aslında o saygıyı yanındaki adama duyuyor yine sana değil..

Farklı bi yöntemi olan varsa duymak isterim, benden bu kadar..

13 Mar 2010

Hey dostum asi'yim anlamıyor musun!!


Ergenliği aşalı bin yıl oldu sanki ama yazasım var, engellemeyin. Az önce en pop'undan bi şarkı çarptı kulağıma mtv'de, allah dedim noluyoruz, bi anda beynim seneler öncesine kaymaya başladı, heyecan yaptım, ah be dedim, yazmalıyım bunları daha fazla unutmadan..

Öncelikle müsadenizle burdan ergenlere sesleniyorum, lütfen ergenliğinizin tadını çıkarın. Ben böylesine dolu dolu yaşanan, her günü ayrı bi bunalım olan yıllar silsilesi görmedim arkadaş. Bi ton günlüğüm var benim o yıllara dair, her açtığımda kahkaha atabildiğim. Hey allam, neler olmuş be. Yok o bana bakmamış, ay çok üzülmüşüm, bi şiir döşemişim, bana biri küsmüş aman umrumda mıymış, bi şarkı çıkmış capitol radio da delirmişim, kaydetmişim bininci kez üstünden geçilen kasete falan falan..

Şimdi düşünüyorum da hakkaten böyle dolu dolu yaşanan yıllardı benim için, çok sosyal değildim, odasında sivilceleriyle, radyosuyla, bi ton kitabıyla, kalemiyle, defteriyle mutlu olmaya çalışan bi kimseydim. 3-5 arkadaşım vardı , ama en has'ından. Şimdi ki gibi öyle tek kullanımlık arkadaşlıklardan değildi. Gençlik dergileri okurdum ya da kız dergileri falan, blue jean, hey girl vs. ne görsem, annemi arayıp isterdim, akşamı iple çekerdim.

O zamanlar en sevdiğim şey, okuyup çok beğendiğim bi kitabı onlarca kez bi daha okumaktı, delirirdim sevinçten, "kızım olmadan asla", "eroin", bilumum ipek ongun kitapları.. Şimdi hiç zevk vermiyor okuduğumu bi daha okumak. Zira hızına yetişemiyoruz yeni çıkan kitapların..
O zaman böyle kahve manyağı da değildim, böğürtlenli sallama çay beni mutlu ederdi..
Sonracıma, kendi sesimi kaydedip dinlerdim, dj'lik yapardım kendi çapımda. İngilizce o zamanlar bilmediğim için kulağa nası geliyosa öyle yazardım kağıda, ezberlerdim falan ahahah. Odama girmeye çalışan küçük kardeşi postalayıp işime bakardım. Bi de hep yaşıtlarımdan farklı olduğumu düşünürdüm, millet barbi bebek saçı tararken ben hep sanatla ilgilenmeyi tercih ederdim.. Bu da beni mutlu ederdi..

Hani bazen sinirleniyoruz ya teknoloji hayatımızı mahvetti dediklerinde, işte o zamanlarım aklıma geldikçe keşke bilgisayarlar bu kadar çekici olmasalardı diyorum.

O dönem bitince, üniversite yılları başladı, benim için çok güzel yıllardı, sürekli bi öğrenme telaşındaydım, elime ne geçerse okurdum, yine yazardım, yeni grupları takip ederdim, yine şanslıyım ki bana çok benzeyen yakın bi arkadaşım oldu ve oturup onunla saatlerce konuşup felsefe yapardık. Çok rahat, özgür bir kentte okudum üniversiteyi, Muğla'da. Gecenin bi körü saat 3-4 olsun Marmaris'ten dönerdik mesela, sokakta kimse yok, rahatsız etmek yok, taciz yok, -şimdi kafam önde yürümekten ne nerde hiç bilmem hala istanbul'da- mükemmel bi 4 sene geçirdim.

Sonrasında da iş hayatı işte, malumunuz.. Okuduğum kitap sayısını hızla azaltan, konuşacak konu sayısını hızla eriten, asosyalleştirip paranoyaklaştıran bi mevzu.. Çok girmek istemiyorum hazır ergen yıllarımı hatırlamış ve sevinmişken..
Yani diyeceğim o dur ki, sayın ergenler, "bunalımlar var", "off hayat çok sıkıcı", "hey dostum lanet olsun dünyaya" geyiklerini yapın ama keyfini de muhakkak çıkarın. Zira bi daha o yılların verdiği gazı hiçbir yerde bulamayacaksınız..

* Bu arada blogumun template i çok ergen geliyo gözüme bikaç zamandır, değiştirmek gerek.

11 Mar 2010

Same Old Story


* Yemekteyiz' dekileri nasıl seçiyorlar meraktayım, zira içlerinden biri muhakkak zırdeli oluyor.
* Evin içinde "bahar geldi" temalı şarkılar söyleyerek zıplarken, yine battaniyelere gömülüp "homur homur" yapmaya başladım. Evet bu benim. Kendimi severim.
* Nedeni belirsiz bir nedenden ötürü "gül hastalığı" denen ilk kez duyduğum bi hastalığa tutuldum, şımarma haklarımı kullanmaktayım, ne de olsa adı "hastalık".
* O da ne olaki diyenlere, bir nevi deri atması (vücut atması gibi)
* Devamlı elinde kalem ya da klavye olan bi kimse olarak, hiç bir şey yazasım gelmemekte, bu beni sarsmakta, sarsak yapmakta.
* Üşengeçlik denen hal tavır bende bu sıra nirvanasını yaşamakta. Yerimden kalkıp, 3 adım atmak suretiyle dvd takmaya zorlanır oldum.
* Uzun zamandır bir albüme ya da şarkıya aşık olamamanın verdiği huzursuzluk içindeyim.
* Eskiden Barış'ı o etkinlik senin o bar benim diye dolaştırır dururdum, şimdilerde eve yapışmış durumdayız, üşengeciz ailecenek.
* Bu kadar.

8 Mar 2010

Ekmek Yapmak

Tarif falan vermicem, birkaç gündür yazasım gelmedi, köreldim resmen, sadece blog yazmakta değil, yaşamımı idame ettirebilecek herşeyi reddetmeye başladı bünyem. Ekmek yapmak iyi geldi, hoş geldi, cidden. Sıkıntıda olanlara, körelenlere, fenalık geçirenlere fena halde tavsiye ediyorum, hem makine falanda şart değil, fırın yeter. Hem bak burada tarifte var. uff.

4 Mar 2010

Rafların Arasından

Pek bi sevdiğim "Rafların Arasından" a haftaya Çarşamba'ya kadar konuk yazar olarak teşrif etmekteyim, pek bi mutluyum, zira herkesin amacı aynı, kitap !! Okuduğunu, beğendiğini başka mecralarda anlatmak, yorum almak pek keyifli, ayrıca kitaplarla haşır neşir herkes 1 haftalığına konuk yazar olarak taçlandırılabiliyor. Hadi bakalım, girin okuyun, bol bol yorum yazın derim ben..

3 Mar 2010

İlkbahar


Ennn enn en bi sevdiğim mevsimdir kendileri, maalesef son yıllarda oldukça kısa sürüyor, doğanın dengesi zırt pırt.. Tam "heyo bahar geldi" derken bi bakıyosun donmaktasın, 2 gün önce kaldırdığın montunu geri almaktasın.. Yoo dostum yoo, daha bahar gelmedi dersen ve beklersen çok beklersin zira bi bakmışsın yaz gelmiş.. O yüzden hafif bi güneş çıktığında zillerini al ve çalmaya başla, zira beklediğin bahar o dur.. Ama ince ince giyinip de hasta da olma.

Ben kışın kendimi derin bi uykuda hissediyorum açıkçası, derin bi depresif vaziyet, üşenme hali.. Üzerine mont geçiren herkes aynı benim için. O montu tiyatroya, sinemaya gittiğinde nereye koyacağını bilmemek dert, cafe'ye gitsen yerlerde süründürmek bi dert, bara gitsen bi yere bıraksan çıkarken almak ayrı dert, içine güzel güzel giyinip gittiğin yer soğuksa montunu çıkaramadan dönüp sinir olmak ayrı dert, dertte dert yani.. Kışın ise tek özlediğim ve sevdiğim yanı çizme giymektir itiraf ediyorum.

Güneş azıcık bi göstersin kendini, müthiş gaza geliyorum, kitap yazmaya mı kalkmıyorum, saçma sapan planlar mı kurmuyorum, üşengeçliğim az da olsa kırılıyor vs. Hele o çiçek açan ağaçlar yok mu, deliriyorum resmen. O güneş gözlüğünün çekmeceden çıkış anı, yazlık kıyafetleri ordan burdan çıkarma anı, Moda'ya gidip waffle yeme, kahve içme anı, felsefe yapıp aynı zamanda onu bunu çekiştirme anı ahh ah, hiçbir şeye değişilmez..