31 Ara 2010

Neymiş 2010'un En'leri


Bende bir liste yapmazsam aklım kalırdı zaten eheh.

Aslında bu sene müzik adına dolu dolu bir yıl geçirdiğimi söyleyebilirim, buraya yazmadığım ama başka gittiğim konserler de oldu, yazdıklarım ise şurada zaten.
Şimdi düşünüyorum, en en çok Mika' nın performansından etkilendim, ki konsere kadar kendisini tanımışlığım yoktu, ondan sonra da oturup dinlemedim zaten ama konser müthişti. Gittiğimiz Jazz konserlerinde mekan olarak İksv Salon' u keşfettik ve oranında özellikle jazz tabanlı gruplar için şahane bir yer olduğunu söyleyebilirim. Keşfettiğim ve sıkı birer dinleyicisi olduğum pek çok grup oldu, ki onları da zaten zaman zaman paylaşıyorum burada. En çok dinlediğim 3 isim Last Fm'e göre, Beady Belle, Ceylan Ertem ve Bülent Ortaçgil olmuş, burdan da anlıyorum ki sert, metal, rock müzik anlayışım yerini yavaş yavaş daha sakin bir tarza bırakmış. En çok Bat For Lahes' ten "Daniel" şarkısını dinlemişim, 1 sene içerisinde.

Tiyatroya geçen sezon olduğu gibi ilgi gösteremedik zira öyle çok ilgimi çeken bir oyun görmedim ve daha da önemlisi üşendik birazcık akşam program yapmaya. Ama tekrar eski tiyatro alışkanlığımıza dönmek istiyoruz ve açıkçası biraz da özledim akşam oyuna yetişme çabalarımızı, bitince Barış' la eve dönene kadar oyuna verip veriştirmelerimizi. Elimde biletlerim var zaten Ocak ayında gidilmek üzere. Bu sezon sadece "4 kişilik Bahçe" oyununa gittik, çok da haz aldığımı söyleyemem.

Sinema açısından fena değildi, çok sinemada film izlediğimizi söyleyemem çünkü Barış'la ciddi bir düzen oturttuk izleyeceğimiz filmleri ya da kaçırdığımız filmleri dvd'cilerden bulup tatil günlerimizde ya da arkadaşlarımızla oturup açığı kapatmaya çalıştık, kaldı ki ben zaten sinemalarda artık maalesef film izleyemiyorum sinir krizleri geçirmekten, daha önce de bahsetmiştim, kulak sağlığımızı zorlayacak kadar yüksek sesli reklamlar, sağda solda kim var unutacak kadar şapır şupur mısır yiyen insanlar oldukça sinemaya gitmek benim için azap oldu, o yüzden evde izlemek her açıdan bana daha rahat gelmeye başladı, hem istediğim zaman durdurup yorum da yapabiliyorum özgürce, tabi bu demek değil ki hiç sinemaya gitmiyorum, benim için önemli olan filmleri sinema perdesinde görmeye bende elbette gidiyorum, çünkü onun zevki çok daha başka.
Bu sene en çok "İnception" ve "Black Swan" dan etkilendiğimi de söyleyebilirim. Dizi olarak ise "Supernatural" ı seçiyorum.

Gelelim kitaplara. Bu sene bol vaktim olduğundan çok sevdiğim alışkanlığımı daha da pekiştirdiğimi düşünüyorum. Etkilendiğim ve yeni keşfettiğim o kadar çok kitap oldu ki sınıflandırmak biraz zor.
Bu sene içerisinde en çok okumaktan zevk aldığım, eğlenerek okuduğum, hatta okurken kahkaha attığım isimler, Murat Menteş, Emrah Serbes (tek kitabını okumama rağmen) ve Alper Canıgüz oldu.
En çok etkilendiğim, yere göğe sığdıramadığım kitaplar, Ayfer Tunç "Yeşil Peri Gecesi" ve sevgili Sinem' in hediyesi Haruki Murakami' nin "Sahilde Kafka"sı oldu.
En çok etkilendiğim yazar (her kitabı için aynı şeyi düşünüyorum) Paul Auster.
En heyecanlı, soluk soluğa okuduğum kitaplar ise, Suzanne Colins' in Açlık Oyunları serisi oldu.

Muhakkak unuttuğum, atladığım isimler vardır, onlar aklıma geldikçe ekleme yaparım, sizinde bu sene içerisinde etkilendiğiniz, severek dinlediğiniz/okuduğunuz/izlediğiniz isimler ya da eserler varsa yorum bölümüne yazıp paylaşırsanız çok şukela olur.

Bu arada, sevgili Sinem beni mimlemişti, ona da biraz kısa da olsa yanıt vermek isterim.

2010' da benim için değişen pek bir şey olmadı, fotoğraf çekmek ve yukarda anlattıklarımın her birini yapmak beni en mutlu eden şeylerdi. 2011' de bunları daha da çoğaltmak başlıca amacım, özellikle fotoğrafın üzerine daha da çok gitmek ve teknik öğrenmek istiyorum. Daha çok amaç edinmek ve her birini layığıyla yerine getirmek istiyorum.

Geçen sene içerisinde beni burda kendi çalıp kendi oynadı havasına sokmayan:), yorum yazan, tavsiye veren, hatta birkaçıyla tanıştığım çok şahane insanlara burdan pek çok teşekkür ediyorum. Sevgiler, mutlu mesut yıllar..

27 Ara 2010

Erken Kaybedenler


Emrah Serbes' i şu sıra hakkında baya konuşulan dizi Behzat Ç. sayesinde tanıdım, bu arada nasıl şahane bi dizi o öyle! Bu sene keyifle izlediğim tek türk dizisi hatta (bu sezon kendime tv ile aşırı haşır neşir olmayı yasaklamıştım, 1-2 dizi yeter) Emrah Serbes, Behzat Ç. 'nin aslında kitabının yazarı. "Her Temas İz Bırakır" ve "Son Hafriyat" . Diziyle bu kadar haşır neşirken kitaplarını okumayı pek istemedim, o yüzden 'Erken Kaybedenler' le başladım okumaya, şimdiden sıkı bir takipçisi olma yolundayım kendisinin. Aslında bu sene beni baya güldüren 2 yazarla tanıştım, Murat Menteş ve Alper Canıgüz, Emrah Serbes'i de hemen bu kategoriye alıyorum. Şöyle bir baktığımda üçünün de birer afili filinta olduğunu görüyorum. Demek ki seneye okunacak diğer yazarlar belli, diğer filintalar.

Bu arada Erken Kaybedenler' i ben roman diye aldım, hikaye çıktı (böyle de dikkatli bir okurum), iyi ki de bilmeden almışım zira hikaye okumaya alıştıramıyorum bir türlü kendimi. Kitap, erkek çocuklarını ve büyürken yaşadıklarını anlatıyor kabaca, ama ne anlatma! Ben ciddi anlamda anlatım tarzından çok etkilendim, çok keyifli, çok komik, hatta acı verici (şehit kardeşinin hikayesi mesela) hikayelerdi. Özellikle 2. hikaye beni cidden çok güldürdü, daha kaç kere okurum bilinmez bu şahane öyküleri. Zaten elinize aldığınızda şıp diye bitiyor, hem çok ince hem de insanda delice okuma isteği yaratıyor. Bu arada ince dediğime de bakmayın, ne aforizmalar sığmış o incecik kitaba!

Aslında kız-erkek farketmez herkes çok keyifle okur ama erkekler daha da keyif alarak okurlar sanırım zira kendi çocuklukları anlatılıyor. Herkese bir parça Emrah Serbes, Murat Menteş, Alper Canıgüz ve benim henüz keşfedemediğim yazarların kafasından diliyorum.

Black Swan


Düne kadar yani filmi izleyene kadar 'Black Swan' dendiğinde aklıma Tori Amos' tan başka bir şey gelmezdi diye gereksiz bir bilgi vererek başlayayım anlatmaya. Öncelikle, film 25 Şubat'ta Türkiye'de gösterime girecek ama o kadar sabırlı bir kimse olmadığım için büyük bir merakla kuruldum filmin başına. Sabredip sinemada izlemek isteyen de baya bir insan var, onlara da inanılmaz bir saygım var onu da belirteyim zira sinemada izlemekle malum sitelerden indirilmiş film izlemek apayrı, ki bilirsiniz.

Filmi izlediğimden beri hikayenin çok basit olduğunu ama nasıl bir ciddiyetle, gerim gerim gererek işlendiğini ve böylelikle müthiş bir filme dönüştüğünü düşünüyorum.
Aslında hikaye, senaryo inanılmaz basit, hani anlat desen şimdi bi tane kız var, balerin, adı nina falan diye olaya girilmez, girilmemesi de lazım esasında. Filmi sanırım bu kadar 'konuşulan' yapan Natalie Portman' ın çarpıcı oyunculuğu, Darren Aronofsky' nin her zamanki şahane yönetmenliği ve filmin nerdeyse her karesinin çok estetik görünmesi. Balerinleri ve baleyi görsel anlamda şahane bulmayan var mı acaba.

Balenin disiplin gerektirdiğini hep sağdan soldan duyarım ama filmde resmen iliklerinize kadar hissediyorsunuz, normalde balerin olmayan Natalie Portman, Nina Sayers olabilmek için uzun süreler çalışmış, ki Oscar'ı hakettiği fikrinde bende pek çok kişi hemfikirim.

Eğer psikolojik gerilimden hoşlanıyorsanız, film bittikten sonra arkanıza yaslanıp 'aslında o obje bilinçaltında şunu yansıtıyor, demek ki kadın o yüzden şöyle böyle yaptı' gibi film bitti konu kapandı diye düşünenlerden değilseniz, filmden hoşlanacağınızı garanti edebilirim. Bir ufak bilgi daha, film İmbd' de 8.8 puanda.

Şimdi gelelim SPOİLER 'lık kısma. Filmi izlemeyenlerin okumasını tavsiye etmiyorum bundan sonrasını. Çok zararlı bir bilgi yok ama yorum var.

Burda filmi anlatmak yerine filmde sevdiğim, etkilendiğim ögeleri yazacağım.

* Nina' nın annesinin Nina'da yarattığı kontrol, otorite müthiş etkileyiciydi. Black Swan'a dönüşürken aslında sanki önce kendi tabularını aştı daha sonra sanki daha zorlayıcı olan annesininkini.

* Nina' nın sesindeki ürkeklik beni çarptı resmen, daha iyisi olamazdı, ara sıra bende tırmaladım kendimi, bağır artık şuna birazcık bağır diye.

* Black Swan' ın sahneye çıktığı andan sonuna kadar soluksuz ve defalarca izledim, filmin en etkileyici sahnesi bana kalırsa oydu, ardından Leroy'a verdiği öpücükle nasıl bir dönüşüm geçirdiği zaten gayet belli oldu.)

* Sonunda ne olacağı zaten belliydi ama nasıl olacağını kestirememiştim, beklediğimden de iyiydi, nedense Nina' nın özgürlüğüne kavuştuğunu düşündüm ben hikaye gibi, huzura erdiğini.

26 Ara 2010

Milliyet' e mi çıktım ben şimdi?





Artık alınmaya başlamıştım ki, güzel bir şey oldu, Milliyet Akademi ekinde Nisan ayında yazdığım Pazar günü yazım yayınlandı. Çektiğim fotoğraflar ve kendimi anlattığım yazının da sayfaya konulmasına epey şaşırdım ve hoşuma da gitti. Yayınlanmasına vesile olan Selman'a ve gazeteden ilgili çalışanlara pek çok teşekkür ederim, hoş bir anı bu bize.

* Bu arada başlıkta cidden şahane olmuş:)

14 Ara 2010

Kontrol Bende!

* O kadar üşengeç ve düzen manyağıyım ki, her gün salonda yaptığım kahvaltıyı ve bilgisayarı mutfağa taşıyınca kendimi ciddi anlamda tebrik ettim.

* Anlık karar verebilme yetisine sahip değilim. Biri akşama bir yere mi çağırdı, ertesi gün bir yere mi gitmem gerek, önce bi düşünmem gerek! psikolojimi ayarlamam gerek! Of bıktım kendimden, Ankara'lı olmam ve 20 sene orda yaşamam sonrasında muhtemelen böyle oldum, zira Ankara'lılardan son zamanlarda çok duyuyorum bunları. Evden çıkmak için can atarken insanlar, ben neden stres oluyorum?

* Eve misafir gelecek diyelim. Oturup mönü hazırlıyorum, sonra kaç gün önce hazırlık yapmam gerektiğini düşünüyorum, ardından da saatlerini ayarlıyorum. Her şey dört dörtlük olmalı! Genelde her şey yolunda gidiyor ama misafir geldiğinde kafadan o kadar bitap düşmüş oluyorum ki, tadını çıkaramıyorum.

* Hayatım boyunca kural manyaklığından olsa gerek, kopya çekemedim mesela ben, öğretmen çekin diye gözümüze baksa bile, kağıt önümde açık olsa bile. Kızlar farklı gömlekler, renkli çoraplar giyerken ben özendim, bir kere yanıma parfüm aldım onda da çantalarda arama yapıldı, delirdim. Bir keresinde de, (ilkokul 5 falan olsa gerek) öğretmen ödev kontrolü yaparken unuttuğumu farkettim, yanımdaki arkadaşım hemen çizeyim seninkini dedi, istemedim, diğer arkadaşıma çizdi hemen, ben gururumdan olsa gerek, ilk kez tokat yedim, gururlu tokat! Unutamıyorum, kulak resmiydi. Öğretmenimi de unutamıyorum, ailesiyle samimi olduğu çocuğu ödevi yapmamasına rağmen tokatlamadığı için.

* Bir de sorumsuz insanlardan nefret ettim hep. Stressiz, rahat, aman yaparızcı insanlardan. Ama en çok da onlar gibi olmaya özendim.

* Böyle olunca plan yapmanın nirvanası evlenirken oldu, beynimi öylesine yordum ki, keza Barış'ta öyle, balayında anlamsız bir boşluğa düştük ahaha, napcaz şimdi diye:)

* Zor valla zor. Rahatlamak lazım.

11 Ara 2010

Birtakım Serzenişler

* "Karı gibi gülmek", "karı gibi kaçmak", "karı gibi ağlamak" . Böyle lafları duydukça kan beynime sıçrıyor, etrafta bilip bilmeden konuşan o kadar insan/denyo var ki onlara ne deseniz boş, ama kimse bir şey söylemezse de vay halimize.

Yahu nedir istediğiniz kadınlardan? Birbirinizi yermek için kullandığınız tabirlerin bile ucu kadınlara dokunuyor. Nedir "karı gibi gülmek" mesela? Hele bu lafları bir kadından duyuyorsam ciddi anlamda uyarma ihtiyacı hissediyorum. Sende kadınsın ama kendi gülüşünü aşağılıyorsun, karşındakini küçük düşüreceğim diye. Kadınlar, kendi kadınlıkları üzerinden prim yapmaya uğraşıyor, sonra da erkeklere kızıyor, ne komik.
Bir de "kadın" kelimesini özellikle kullanmayıp "bayan" kelimesini kullananlar var. Bazen soruyorum neden özellikle kullanmıyorsun diye, "kadın" ayıp ve kaba kaçıyormuş. Neden? Kadın neden ayıpla bağdaştırılıyor ki sürekli?

Kendi kendimizi devamlı kalıplara sokma ihtiyacı duyuyoruz. Bravo bize! Sonra da kalkıp "özgür değiliz" diyoruz. Olmadığımız kesin ama önce kendi dilimizdeki, beynimizdeki kalıplardan bir kurtulsak diyorum?