8 Ara 2013

şehir.

Çoğu zaman ihtiyacımızdan daha da fazla istiyoruz, tüketimin verdiği o kısacık haz(!)la yaşıyoruz, alıyoruz, alıyoruz, alıyoruz. Sonunda yine de mutsuzuz.

Eskiden kesekağıtlarının üzerindeki haberleri okuyarak mutlu hissedermiş annem kendisini. Şimdi koccaman, içinde bangır bangır müzik çalan, her ne hikmetse "Best Seller" bölümü en gözümüze sokulan, fabrikasyon kitapçılardan alıyoruz kitaplarımızı. Okuyoruz, unutuyoruz.Okuyoruz, çabalamıyoruz.  Okuyoruz, alınacak ders kısmını çok yanlış anlıyoruz.

Eleştirmiyor muyuz? Hem de dibine kadar.. Eleştirdiğimizi yapmıyor muyuz? Hem de nasıl.. Bakmayın siz "ay sahaflar çok kıymetli", "plaktan başka bir şey dinleyemiyorum", "ah o kitapların kokusu" diye vır vır konuştuğumuza. Akşam yemeğini o çok lüks restaurantta "hamburger" yedikten sonra soluğu bilmemne marketlerde android telefonlara iç geçirirken, kapısının önünde bilmemne marka arabalar var diye girmek için can attığımız club' lara girmeye çalışırken bu konuştuklarımız hemen anlamını yitiriveriyor.

Şu an ciddi anlamda arada kalmış durumdayız koca dünya olarak. Eskinin hatırası ve güzelliği mi yoksa yeninin albenisi ve çekiciliği mi? Her yeni tü kaka olmadığı gibi, en popüler şeyler de inanılmaz değil. Her eski mükemmel olmadığı gibi en nostaljik şeyler de eski kafa değil.

Gelelim özeleştiri yapmaya,

* Hakikaten ben bu kadar arada kaldığım bir dönem daha hatırlamıyorum. Eski fotoğraf makinelerim çekmecelerde bir yerlerde. Elimde bir android telefon, muazzam fotoğraf çektiğimi düşünüp arada bir hüzünleniyorum.

* Başucumda hep bir kitap, okumasam bile mutlu oluyorum, e-kitap denilen şeyden deli gibi kaçıyorum.

* Kocam sahaf ama en son ne zaman bir sahaftan aldığım kitabı okudum acaba? Haftanın birkaç günü o meşhur kitapçılarda alıyorum soluğu. Best-Seller' lara karşı neyse ki hala mesafeliyim.

* Evde yemek pişirmeyi ne denli sevdiğimi unutup, sırf bahaneler arkasından sesleniyorum Barış' a. Hımm, bugün canım dışarı çıkmak istiyor.. Hadi koşa koşa ambiyans, lezzet ama hep aynı şeyleri tüketmeye. Bunda bile yaratıcı değiliz Tanrım..

Öyle işte.. Ölesiye eleştirip, eleştirdiğimizi yapıyor olmak tam bize göre..

3 Ara 2013

Piyer

Bir oğlumuz oldu, Piyer. Yaklaşık 30 yılımı hayvan fobisiyle geçirmiş biri olarak, evcil hayvan giren eve doktor girmez diyorum, çok net! Pişmanım 30 yıldır bu sevgiyi tatmadığım için. Hayvanlara uzak olanlara abartılı gelecek eminim ama sokaktan bir canlı eve getirip onun bakımı üstlenmeniz, onun verdiği sıcaklık hakikaten insana ilaç gibi geliyor. Ne depresyon ne anti-depresan. Kesin bilgi.


Piyer' i eve aldıktan sonra mesela hayatımız da adeta yenilendi -ben bunu iyilik yap iyilik bul diye kafama kodladım- hayalimdeki firmadan iş teklifi aldım mesela. Hem hep çalışmak istediğim bir yere hem de terfi alarak gidiyorum. 

Böyle işte.. Bir selam verip kaçayım dedim. 




1 Tem 2013

Ne mi isterdik aslında? Anlatayım..

Tatil günlerimizde Barış' la sadece ama sadece kafa dinleyip, ağaç hışırtısı duymak, deniz kokusunu içimize çekmek, belki de en doğal hakkımız olan sessizlik içinde birkaç sayfa okuyup konuşabilmek için mutlaka kilometrelerce yol tepip nispeten sessiz, nispeten temiz kalmış birkaç semte, ormana, doğaya gitmeye çalışıyoruz. Geçirdiğimiz birkaç mutlu saatten sonra yine egzoz dumanlarına, korna seslerine boğulup felaket trafiğin içine dalarak geçirilen o birkaç saatin güzelliğini de eve gelene kadar  maalesef unutmuş oluyoruz. Dönüşte haftalık alışveriş zamanı gelmiş oluyor, semt pazarı günü değil, ee tabi alışkanlık da olmuş hadi canım eve yakın bir AVM' ye, yarısından fazlası adeta -alakasız- şeyler satan, kocaman, yorucu, alışveriş sepetleri tıklım tıkış dolduralım diye kamyon büyüklüğünde yapılan o meşhuuur marketlerden birine.. Yaklaşık 1 saatin ardından bedbah düşmüş, yapay ışıktan, havasızlıktan sönmüş, çürümüş, tatsız sebze meyve haricinde bir şey bulamadan yine arabaya binip evin yolunu tutmaca.. Buzdolabına bakıp yine yiyecek bir şey bulamamak. Günü de bitirmiş olmanın tatsızlığıyla, bir başka tatil gününe dair hayallerle uykuya dalmak.

Yazılacak o kadar çok şey var ki.. Sinemalar mesela.. En son ne zaman AVM içinde olmayan bir sinemaya gittim hatırlamak zor.. Semt pazarımıza gideli sanırım 6 aydan fazla oluyor.. Denize zaten, yine kilometrelerce yok teperek, bir çok masraf yaparak ulaşıyoruz senede 1, şanslıysak 2 kez. Topu topu 15 gün.. 

Bu evimize taşındığımızda yalan değil baya keyiflenmiştik, önü hemen süpermarket, 5 dakika uzaklıkta 3 AVM, 2 dk yürü metrobüs, havaalanına çok yakın, önü otopark, geniş balkonlu, meydana çok yakın, ohh ne isterdik ki başka? 

Ne mi isterdik aslında? Anlatayım..

Şehir yaşantısından kilometrelerce uzağa kaçmayı..
Semt pazarlarından alınan o taze sebze meyvelerle beslenmeyi..
Saksılar yerine bahçelerde ot yetiştirmeyi..
Kapının önüne gelen sütçüden süt alıp kaynatmayı..
Önünden araba, tepesinden uçak geçmeyen, bol ağaçlı bahçelerde oturup kitap okumayı..
Denize gitmek için şehir değiştirmenin gerek olmamasını..
Çocuk yapsak mı diye düşünüp, bol soru işaretini kafadan silemediğimiz için devamlı erteletmemeyi..

Sürer gider.. Yazmasına yazarım ama ne yazık ki vaktim yok.. Tüm bu hayallerimi yaşamak için az sonra her sene olduğu gibi kilometrelerce uzağa gidiyorum. Bodrum' a doğru... 

30 Mar 2013

okudum, dinledim, izledim, yedim.


- Devlet Tiyatroları "Inishmore' lu Yüzbaşı" oyunu, dün vizyona giren "Hitchcock", "Korhan Futacı ve Kara Orkestra" nın Ghetto konseri, "Mika" nın Kuruçeşme konseri son 1 aydır izlediklerimiz. Mika kaçtığına göre, diğerlerini tavsiye edebilirim, özellikle de Anthony Hopkins ve Helen Mirren' ın döktürdüğü "Hitchcock" u.. Korhan Futacı' yı ise zilyon kere tavsiye ettim zaten, bir ayin nasıl olur, nasıl yaşanır bir konserine gidin görün derim.

- "Meşhur Kireçburnu Fırını", "Balıkçı Sabahattin", "Savoy Balıkçısı", "Belgrad Ormanı" son zamanlarda gitmekten büyük heyecan duyduğum yerler. Savoy artık zaten 2. evimiz oldu, çalışanlarını ailemden çok görüyorum. Kireçburnu Fırını' da keza öyle. Sabahattin' e giderseniz o muhteşem turşulu mevsim salatasını, Savoy' da levrek şişi, Kireçburnu Fırınında da kuş üzümlü kıymalı böreği tatmadan dönmeyin!

- Tess Gerritsen son aylarda en çok okumaya doyamadığım yazar. Özellikle Rizzolli & Isles okumaya bayılıyorum.

- "Girls" bana son günlerde en çok kahkaha attıran dizi. 2.sezonu da bitirdiğime göre sabırsız bekleyiş sürecim de başlamış oldu.

* Aynı zamanda, Sanat Telgraf okumayı, pijama hastalığımı, her gün espresso saatimin gelmesine duyduğum heyecanı, uzun zaman sonra yaptığım pazar ziyaretimin yarattığı hissiyatı, tekrar bir x kursuna başlamış olmanın verdiği tuhaflığı da paylaşmak isterdim ama nedense bu aralar uzun cümleler kurmaya daha da bir üşenir oldum.


İlkbahar geliyor bir de, ne güzel.

15 Şub 2013

Son Aktiviteler

Bakalım son zamanlarda ne gibi san'atsal faaliyetlerde bulunmuşuz;


Devlet tiyatrolarından bilet bulmakta baya zorluk çekiyorum -çalışma programımın biraz belirsiz olmasıyla da alakalı- o yüzden nası olsa 14 Şubat' ta tiyatroya giden pek olmaz herhalde diyerek baktığımda Cevahir 2. Salon' da oynayan "Çirkin" oyununa bilet bulduğumda pek sevindim. Evet bilet bulabildim ama salon tıkış tıkış doluydu, ki bu sevindirici aslında, demek ki sevgililer gününde dahi olsa tiyatro tercih eden bir kesim var.
Oyun, güzellik çirkinlik kavramlarını işliyor, adından da anlaşılacağı gibi:) Güzel olmanın veya çirkin olmanın kazandırdıkları kaybettirdikleri ve ironilerini işliyor. Açıkçası ben az buçuk sıkıcı buldum, yani beni etkilemedi, bunca zamandır oyun izlemiyor olduğum halde.. Ama oyuncular harikuladeydi, bunu belirtmem gerek. Özellikle her bir oyuncu farklı karakterlere büründüğünde. Bölümler arası geçişler de eğlenceliydi.


Tiyatrodan bir önceki etkinliğimiz Ghetto' da 31 Ocak akşamı olan Yasemin Mori konseriydi. En son ne zaman konsere gitmiştim acaba? Hımm, uzun süre önce:) İyi geldi yani. Özellikle gidip Korhan Futacı' nın dibinde yerimizi alınca.. Yasemin' den çok Korhan' ı izledik diyebilirim. Müthiş müzisyen, müthiş kafa. Yasemin Mori' nin albümü zaten çok iyi, canlı da iyiydi performansları. Ama fazla köşeye çekilmişiz sanırım zira ses çok yayılmadığı için vokalleri çok algılayamadık. Bu arada baya ünlü kaynıyordu ortam. Aa Ceylan değil mi yanımızdaki? Görkem çok şeker dansediyor, ama sağlam içti ha! Murat Çopur yerimizi mi kaptı? falan gibi artistlik yaptık kendi aramızda baya eğlendik:)



Etkinlikler harici, bu ara baya baya kitap okumaya başladım, şu son 1-2 hafta da duruldum yine ama bir an geldi adeta soluk soluğa sanki okuyamadığım ayların hırsını almak istercesine yuttum adeta. Eski halime döndüm, en yakın arkadaşım geri dönmüş gibi.. Neler okumuşum 1-2 ay içerisinde bi bakalım..

Simon Beckett - David Hunter Serisi, (Ölümün Kimyası , Kemiklerin Şifresi, Ölülerin Fısıltısı)

Bu seriye Tüyap' ta satıcı arkadaşın zorla elime tutuşturduğu Ölümün Kimyası ile başladım. Baya baya sardı, özlemişim kanı vahşeti gizemi falan derken, hemen diğer iki kitabını da sipariş ettim. Bu arada hazır almışken gazı, siparişler gelene kadar evde ne zamandır duran Grange' ın Kurtlar İmparatorluğu' na geçiş yaptım. Aman yarabbi! Çılgınlar gibi okuyorum, çevreme anlatıyorum, bu arada da kendime inanamıyorum, nasıl da acıkmışım okumaya! Ardından siparişler bir nedenden gecikince hediye gelen Zülfü Livaneli' nin Serenad' ına başladım, kitap ben nereye gidersem benle oraya geldi, etkilendim baya, hem vahşete de biraz ara vermiş oldum. Ardından, siparişler geldi de özüme döndüm hemen:) Diğer iki kitabı da bitirdim hemen. Aslında sevdim bu seriyi baya, heyecanlı okudum tavsiye edebilirim hem hafif bir seri hem de bağlıyor bir şekilde.



Sonra, Grange' ın Leyleklerin Uçuşu' nu aldım, şu anda elimde o var, ama kitap mı çok sarmadı yoksa ben eski halime geri mi dönmeye başladım bilemiyorum, baya sürünü kitap benle ama bitireceğim, inadım inat! Hatta ardından da baya övgü alan Tess Gerritsen' in "Cerrah" ına başlayacağım.

Böyle işte.. Tiyatroya gittiğimde, güzel bir film izlediğimde, uyandığım zaman saatten önce başucumdaki kitabıma baktığımda, şahane bir konserdi duygusuyla eve dönerken ben, ben olabiliyorum, hayattan keyif alabiliyorum. Bir de yazdığımda tabi!

31 Oca 2013

4 kadın, 4 albüm



Bu sene çok iyi albümler çıktı, hakikaten uzun bir süredir üstüste bu kadar Türkçe albüm aldığımı hatırlamıyorum. Farkettim ki, kadınlar çok başarılı işler yapmış bu albümler arasından, bahsetmezsem olmazdı..

Ceylan Ertem - Ütopyalar güzeldir
Uzun zamandır takip ediyorum yaptığı işleri seyrediyorum uzaktan, ara sıra konserlerine denk gelirsem. Canlı dinlemekten, konserlerini dinlemekten keyif aldığım bir isim Ceylan Ertem, samimi, neşeli, hüzünlü bir havası var 2. albümü olan Ütopyalar Güzeldir' in. "Ferhan Şensoy" sevgimin de etkisi var muhakkak bu albüme olan hislerimde.

Yasemin Mori - Deli Bando
Uzun zamandır yeni albüm bekleyenlerdendim bende Yasemin Mori' den, zira yaptığı müziğin sıradan olmayacağını ciddi anlamda hissettirmişti ilk albümünde, ama bu kadarını beklemiyordum kendi adıma. Deli Bando' yu ilk dinleyişim felaketti itiraf ediyorum, çok yormuştu beni, o müzik, sözler, vokal falan baya dağılmış ve anlayamamıştım, Çilekeş' in "Histeri Çalışmaları" albümünü ilk dinlediğim gibi zamanla sindirmeye başladım ve dinlemeden duramaz hale geldim. inanılmaz bir müzik yapmışlar, kolay kolay harcanamayacak bir albüm olmuş. Yasemin Mori adının geçtiği hemen hemen her yerde artık Korhan Futacı adı da geçiyor zaten, ki kendisinin de müziğinin hayranıyım. Şahane bir albüm kotarılmış birlikte.

Melis Danişmend - Biraz Gülmek İstiyordum
Melis' in hastasıyım evet. Böyle bir naiflik, samimiyet, doğallık yok. Haliyle müziğine de yansıtıyor, albümün isminden belli, kadın kasmıyor kendini felsefik cümleler kurayım, mesaj bombardımanına tutup albümün canına okuyayım falan diye, erik yiyor, bir de onu özlüyor:) Seviyoruz kendisini, konserini kaçırsak üzülüyoruz.Albüm de dinledikçe sevdiriyor, o hafifçe başını eğip Melis' e selam veren adamı bulsam da söylesem, sayende şahane bir albüm çıkmış diye:)
Diğer albümüne göre birkaç adım daha önde bence, tarzını, müziğini iyice oturtmuş, davullar ve klavye çok başarılı, "Masa" şarkısının ayrıca bir hayranıyım. Albüm kapağı ve içindeki fotoğraflar da ayrıca başarılı.

Hediye Güven - Yengeç
Ve işte.. En güzelini en sona sakladım, Hediye Güven' i aslında ilk albümünden önce dinliyordum internetteki kayıtlarını, albümü çıkınca kaçıramazdım, ilk dinlemede bile hissettiriyor şarkılar şarap misali olgunlaşmış, yerli yerine oturmuş şarkılar. Bu 4 albümün içinde en favorim bu albüm, dinlemeden duramıyorum. "Lament", "Siyah Sandıklarım" eskiden beri bayıldığım şarkılar yeni düzenlemesiyle albüme girmiş pek de iyi olmuş. Şimdi heyecanla konserine gitmeyi bekliyorum, şahane bir ses var, enerji var Hediye' de, daha çok çıksın karşımıza, daha çok müzik yapsın.
Bu arada albümün içindeki kırmızı elbiseli kapağı çok daha güzelmiş, keşke onu kapak yapsalardı.

20 Ara 2012

Dot / altın ejderha


Epey zamandır tiyatroya gitmiyorduk, insan bağlandı mı gitmeden duramıyor, ara verip işi gücü bahane edince de epey kopuyorsun, en azından biz de böyle..
Geçen seneden beri Dot sayıklıyordum zaten, normalde çok ileri tarihli oyun, konser, vs alamıyorum iş gereği, ne zaman ne kadar çalışacağım pek belli olmuyor ama bu sefer kararttım gözümü, konu da çekici gelince aldım biletleri.

Dün önden gidip Cihangir Savoy' da rakı balık yaptık, ardından uçmamayı başararak G-Mall' a geçtik. Biletleri Biletix yerine Dot' u arayarak telefon yoluyla almıştım, Biletix diye tutturmayanlardanım, gayet de sorunsuz oldu,, zira biletleri de oyun başlamadan hemen önce teslim alabiliyorsun.

Gelelim oyunumuza.. Oyun bir apartmanın en alt katındaki Çin-Thai-Vietnam lokantasında başlıyor, mutfakta 4 kişi harıl harıl yemek pişirip müşterilere bilmemne soslu dana etini yetiştirmeye çalışırken bir de kaçak olarak yanlarında çalışan küçük çocuğun ağrıyan dişi ile uğraşıp dururlar, ardından başlarız apartman dairelerini tek tek gezmeye, hikayelerini dinlemeye..

Oyun insana baya hoş bir vakit geçiriyor o bir gerçek, ancak o oyuncular, o roller, o anlık değişimler falan off! Özellikle Ece Dizdar' dan gözlerimi alamadığımı belirtmem gerek. Yaptığı her bir mimik, ses tonu, baya şahane bir oyuncu.

Oyunu Serkan Salihoğlu yönetmiş. Oyuncular Deniz Türkali, Köksal Engür, Ece Dizdar, Enis Arıkan ve Saim Karakale.

Şimdi ben izninizle bir zencefilli, fasülyeli, soya filizli, bambulu, limon yapraklı, limon otlu ve çok acı kırmızı hindistan cevizi soslu, Tayland usulü fırında çıtır tavuk siparişini vermek istiyorum. -sessizlik!-

Oyun fotoğrafları ve tanıtım yazısı 

11 Ara 2012

hafiflemek?

Bugün bayadır yapamadığım bir şey yaptım, hiçbir şey!! O kadar huzur verdi ki bu bana anlatamam, yüzümdeki o aptal sırıtışı görmenizi isterdim. Tabi hiçbir şeyden kastım, haftanın tek tatil günü olduğunu unutarak, ordan oraya koşturmadan, zamanın tadını çıkartmak idi, canım ne isterse onu yapacaktım yani, uzun zamandır yapamadığım bir şey, örneğin, ev keyfi!

Sabah nefis bir hava vardı, yıllar sonra ilk kez sabah yürüyüşüne çıktım,


 Yürüyüşten geldim, kahvemi fokurdatıp ekmeklerimi kızarttım,



 sonra yastıkların içinde pofur pofur kitap okudum. Oh be dünya hakikaten de varmış!


3 Ara 2012

Aslı ve Sureti

Kişisel gelişim kitabı okuyamayanlardanım. Hakikaten şöyle bir sayfalarını bile karıştıramıyorum, daralıyorum, ders kitabı okuyormuşum hissi uyandırdığından belki de. Bana roman olsun, kaybolayım yazarın hayalgücünün derinliklerinde falan, yeter bana.


Ancak, tüm bu histerimi kırmama sebebiyet veren bir kitap okudum geçen hafta. Ne mutlu bana, tam da kafayı şu -dünyalara sığdıramadığım karamsarlığıma- taktığım dönemde denk geldim. Aslında denk gelmedim, yazarlarından bir tanesi çocukluğumda baya zaman geçirip oyunlar oynadığım, bende sağlam bir yere sahip Duygu' cuğum. Kitabın çıktığını haber aldığımda olabildiğince kısa bir sürede sipariş verdim, vay be tanıdığım biri kitap yazdı hissiyatı ile:) Gelir gelmez de başladım okumaya. Kitabın tarzı çok hoşuma gitti öncelikle belirtmeliyim, Aslı isimli karakterimizin yaşadıklarını bir olumlu bir olumsuz bakış açısıyla okuyoruz, yani bir tarafta pozitif düşünen Aslı' nın yaşamının nereye gittiğinin, bir de aynı olaylar karşısında daha karamsar, olumsuz düşünen Aslı' nın o bakış açısıyla yaşamının nereye gittiğini. Yani olumlu düşünmenin faydaları gözümüze sokulmadan, şunu yap bunu yapma sıkıcılığına ve tekrarına düşmeden örneklerle roman tadında güzel bir hisle tamamlıyorsunuz okumanızı, o yüzden ciddi anlamda tavsiye ediyorum. Uzun zaman sonunda bir solukta okuyup bitirebildiğim bir kitabım oldu ne mutlu bana, bu enerjiyle bitiririm tüm bekleyen kitaplarımı ben (olumlu mu düşünmeye başladım ne? :) )

Bu arada kitabın ismi de çok zekice, emeği geçen herkese bir okur olarak teşekkür ediyorum, devamını diliyorum:)

Berna Turna Kara / Duygu Önler Erdör (kalp kalp) :)
Kitabın Twitter adresi
Aslı ve Sureti

22 Kas 2012

Tüyap ' ta coşmaca

Bir Tüyap macerasının daha  kendi adıma sonuna geldim. Geçtiğimiz senelere göre Tüyap' a nispeten biraz daha yakınlaştığımız için bu sefer baya kolay oldu gidiş-geliş. Hafta içi olmasının ve gayet mantıklı bir saatte -12- yola çıkmamızın da faydası oldu tabi. İçeri girdiğimiz gibi ayrıldık Barış' la, ben yayınevlerini kolaçan ederken Barış sahafların olduğu yöne doğru koşturdu. Sonra bir baktım ki 3 saattir geziyorum:) Arada aldıklarımı Barış' a yığmayı ihmal etmedim tabi, zira baya yüklenmişim farkına varmadan fuarı.

Her sene yaşanan okul öğrencileri bağırtılarını koşturmacalarını, bazı yayınevlerinin göstermelik indirimlerini görmezden gelmeyi başararak baya iyi zaman geçirdim diyebilirim. Hatta uzun zamandır bu kadar keyifli bir alışveriş yapmıyordum, dokunarak kitap seçmeyi özlemişim, zira kitapları uzun zamandır internetten alıyorum.

Gelelim aldıklarıma,
yayalım da öyle bakalım
 "Ölümün Kimyası" nı yayınevindeki çocuk o kadar övdü ki nerdeyse daha kapağını açmadan delirme noktasına geldim.


Abdülcanbaz' ı görünce nasıl bir koştum belli değil,set olarak aldım ve kitaplığımda baş köşeye yerleşti kendileri. Büyük efsane!


gel de bu ajandaya kıy?
Cumhuriyet' in standından

Şimdi işin en zor kısmı geldi çattı. Bu kitapları nasıl bir sırayla, nasıl bir zaman yaratıp okuyacağım? Bir şekilde olacak, inanıyorum.







28 Eki 2012

bayram gezmesi 2. gün


Dün dediğim gibi kendimizi baya baya doğaya saldık! Bugün tatilimizin 2. ve son günü idi, aylardır gitmek isteyip Barış' ın başının etini yediğim yere Belgrad' a gittik, insan girdiği andan itibaren esnemeye başlıyor, fazla temiz havadan olsa gerek. Kahvaltı, bol fotoğraf, biraz kitap, sohbet derken, şehirden kaçış noktalarını bilmenin ne kadar önemli olduğunu anladım. İstanbul' un ortasında bir yerdesin ama bambaşka bir iklimde bambaşka hislerle..


2. günden sneak peek' ler bunlar, Belgrad' da yarattığımız o tuhaf havayı takip etmek isteyenler için, yarından itibaren her gün 1 foto burada..  (nası, çok merak ettirici oldu mu eheuh)

26 Eki 2012

bayram gezmesi

15 gün gece gündüz dur durak demeden çalışıp, delilik sınırıma biraz daha yaklaştıktan sonra kendimi en nihayet bugün doğaya adeta saldım! Bayramdan önce tek düşüncem 'çime yatayım akşama kadar yuvarlanayım' olsa da, neyse ki Barış' ın daha güzel planları vardı.. Sabahın köründe çantaya doldurduk tüm fotoğraf ekipmanlarını, koştuk ada vapuruna. Önceden sadece Büyükada' yı görmüştüm, bugün için de Heybeli ve Burgazada' ya gideriz demiştik, aa bi bakmışız Heybeliada' da takılıp kalmışız. Gayet güzel oldu, gayet hoş oldu daaa, her şey şahane gidemedi.. Tam konsantre, aman yarabbi aylardır adam gibi fotoğraf makinesini elime alamamışım falan, makineyi aldım gülüyorum neşem yerinde derkenn, bir baktım ki şahane unutkan kocim hafıza kartını almamış! Yıkılmak ne kelime, 1 saat kendime gelemedim.. Telefonla çekip çekiştirdik tabi her şeyi ama telefonla fotoğraf çekmek nedir ki, güzelim makinemin yanında? Neyse işte olan oldu.. Aşağıdaki fotoğraf ağlasam mı, unutsam mı diye düşünürken barış tarafından çekildi..


Kışa girmeden son güneşi çektik içimize, yürürken gelen müziğe karşı koyamayıp ayıla bayıla damla sakızlı türk kahvelerini içtiğimiz şirin cafeye oturduk, huzur yüklemesi yaptık bünyeye..


Önüme gelen ilk banka uzandım, İstanbul' a ve beton yığınına nanik yaptık bol bol, derin nefes hımmfss..


Ve bir ada klasiği olarak bisiklet turu.. Heybeliada bisiklete çok müsait gelmedi bana baya yokuşlu, Büyükada tam bisikletle gezmelik bir yer ama Heybeliada yürüyüş için daha müsait sanki..

Bu arada mutluluktan ölecekmişim gibi bir halim varmış bisiklet üstünde.

Yarın da iyice suyunu çıkartıp ormana koşturucam, piknik falan, ohh hayat şahaneymiş dışarda!

23 Eki 2012

19 Ekim Scorpions Konseri

Artık totoyu kaldırıp Scorpions konserini yazma zamanı.. 

bagettt!!
Konser hakikaten muazzamdı, tüm yaz boyunca biraz üşengeçlikten biraz da çalışma programımın belli olmayışından baya esaslı konserleri kaçırdık, bu sefer tamam dedim, veda etti bitti sandığım Scorpions' un tekrar konser vereceğini duyunca, tabi önden bilet bulabileceğimizin haberinin gelmesi de bunun önemli sebeplerindendi:)

Klaus Meine benim sesini çok ama çok hatta acayip hatta ve hatta aşırı beğendiğim bir adamdır, aynen cd' lerden bunca yıl sesini nasıl duyduysam konser alanında da aynen o şekilde duydum, etrafındaki yakını olan herkes nasıl şanslı, böyle bir ses! muazzam. Özellikle üniversite nedeniyle Muğla-Ankara yollarını aşındırdığım o şahane tek başıma otobüs yolculuklarımda discman' in pilleri azıcık daha dayansın diye dualar ede ede dinlerdim Scorpions' u, o yüzden apayrı da anılara götürdü beni konser.

Baya şanslıydık konser alanında, öncelikle 'basın' olarak girdik konsere, ardından Klaus Meine' nın gece boyunca bol keseden dağıttığı bagetlerden biri bizim oldu, çok ama çok rahat izledim konseri, önümde benden uzun, abuk insanlardan yoktu, hatta epey ilginç bir kitle ile izledik konseri, yaş skalası oldukça tuhaftı, bir ara ilkokul çağında çocukların Blackberry' lerine 'Wind Of Chance' kaydettiğini gördüm, baba-oğul gelenler epey fazlaydı, çekirdek çitleyerek konseri bekleyen baba bile vardı ahaha şahaneydi:)

James Kottak
Müziğe veda etmeleri hele ki bu enerjiyle nasıl mümkün bilemedim, konser boyunca devamlı ağzımız açık tüm elemanları izledik, bu yaşta bu koşturmaca herkesi büyüledi:) Ayrıca Rudolf Schenker' e MSG' den ötürü apayrı bir sempatim olsa da, James Kottak!!! Sen nasıl bir insansın? 


Her büyülü anımda olduğu gibi ara sıra yine soruyorum kendime, o konseri ben mi izledim gerçekten?

1 Eki 2012

Sahaf Festivali' nden..


Dün itibariyle Beyoğlu Sahaf Festivali' nde 2. turumu attım, ki bu tur çok daha verimliydi diyebilirim, zira ilk seferde ortalığa alık alık bakmaktan pek bir şey alamamışım, o hırsla daldım içeri. Bu sene ilk kez plak toplayacak olmanın heyecanıyla baya alakasız plaklar almışım ama özellikle belli bir tarza şu anda yönelemiyorum, zira bu konuda maymun iştahlıyım. Ardından pek tabi bir festival klasiğimi gerçekleştirerek Ferhan Şensoy kitaplarıyla doldurdum çantamı, arada da Barış' ın yanına giderek her 10 dakikada bir "Aylak Adam", "Küçük Prens", "Olasılıksız", "Tutunamayanlar" soran ama bir mucize olmazsa aradığını bulamayacak olanları ve sahaf festivali gezdiğinin bilincinde olan mutlu kitapseverleri izledim, sahaflarla selamlaştım, sohbet ettim. Her şey yine olması gerektiği gibi şahaneydi. Uzatılmazsa eğer, 14 Ekim'e kadar süreceğini de hatırlatalım.
Not: Yazarken Supertramp' ın plakını dinledim müthiş!

26 Eyl 2012

feeling good

Upuzun zamandır müzikten keyif alamıyordum. Nee? Ergenlik döneminde kendime yazdığım hırçın mektupları açıp okusam kendime küfrederim muhtemelen (Sakın evlenme, evlensen bile çocuk doğurma, rakçı ol her daim, saçmala pop dinlemeye kalkma gibi..) . Ergenliği geçtim, birkaç ay önce bile böyle bir şey olacağını bilsem höh derdim, ama oldu bi kere, hayattan keyif mi alıyorsun müzikten alasın diye avuttum kendimi. Nedir bu, çalışan insan modu mu? I-IIIIH beğenmedim.

Neyse işte, bu müzik dinleyememe, dinlese bile sadece yolda dinleme, yolda dinlese bile aynı şarkıları dinleyip durma hadisem bu gece itibariyle bitti, öyle bir saldırdım ki bir yandan youtube, bir yandan fizy, media player, soundcloud, cd, plak derken uçmuşum. yeterli depolama alanı varmış neyse ki. Ceylan Ertem' in son albümü ile başladım, eski gözbebeğim Rock baladları ile devam ettim, ardından Sezen, Coldplay, Rihanna, Florence, Tori, Muse falan baya bi doyurdum kendimi alakalı alakasız.

Bu arada hani en klişe sorulardan biridir ya, HAYATTA HİÇ PİŞMAN OLDUNUZ MU?
Ve hani en mal ve klişe cevap vardır ya, YAPTIĞIM HİÇBİR ŞEYDEN PİŞMAN OLMADIM,  AKSİNE DERS ALDIM
O cevabı sonsuza kadar değiştirecek bir pişmanlığım oldu nur topu gibi...............
BEIRUT KONSERİNE GİTMEDİM!!! ve işin esaslı noktası gidemedim de değil, bariz GİTMEDİM!
Biletix' e bakıp durdum nası olsa kimse gitmez biletler bitmez yeeaaa, sonraki bakışımda biletler tükenmişti!!!!!!!!!!!!
Bu sene nası bi rehavete kapılıp gittiysem eve gelip ayaklarımı uzatmaktan başka derdim yoktu. Entellektüel yaşantım artık sadece İnstagram' dan fotoğraf paylaşmayla sınırlandı. Nerde o fotoğraf makinesi kolleksiyonu? sorusuna  "-aaa, evin bi yerlerinde işte" cevabı verebilecek kadar ALIK bir dönemden geçiyorum.

Ve evet, 30' a 2 kala, şahane depresyonlarda atlatmıyor değilim, bi ara yüksek lisansa kaydoldum sonra vazgeçtim, çocuk mu kariyer mi sorularım kulaklarımdan dumanlar çıkartmaya bile başladı (anne, bunun sorumlusu sen olabilirsin). Hala hoplama zıplama koşturma mızmızlanma peşindeyim. Tuhaf günler dostlar hülasa.

 and ı'm feeling good


13 Eyl 2012

Beyoğlu 6. Sahaf Festivali


Yine 1 seneyi devirmişiz, her sene iple çektiğimiz festival yine yaklaşmış zaman akıp giderken. Bu sene yine geçen sene olduğu yerde festival, Tepebaşı' nda. 25 Eylül' de başlıyor, yine alabildiğine kitap, plak, efemera, eski fotoğraflar, afişler.. Ben yine her sene yaptığım gibi geleneğimi bozmayıp bir Ferhan Şensoy kitabı alarak başlayacağım toparlamaya, sonrası malum "aaa bu kitabı arıyordum!" , "aman kaçırmayayım şu plakı da alayım" gibi nidalarla devam edecek benim için, özellikle bu sene plakları dört gözle beklediğimi söylememe gerek yok sanırım. Hem bir okur olarak, hem de bir sahaf eşi olarak her türlü desteğimi vereceğim elbette, belki karşılaşırız tezgahın birinde birbirimizin aldıklarına çaktırmadan bakarken, görüşmek üzere:)

11 Eyl 2012

bodrum

nerde içebiliriz bu manzarada içemeyeceksek?


Birkaç sene önce hatta çocukken Bodrum' a ilk gittiğimde nefret etmiştim, o barlar sokağı o kalabalık o leşlik falan. Sonra senelerce gitmedik, yardır yardır da eleştirdim hep. Sonra Bodrum' a 20 km kala bir yazlığımız oldu, Muğla' da okudum ve Bodrum aşığı Barış' la tanıştım, meğer Halikarnas delisi, Bodrum' la ilgili ne bulsa toplayan, araştırmalar yapan bir kimseymiş kendileri:) Bir de tanışmamız Bodrum' a denk gelince, yani işin içine hatıralar da girince, yazlığa gitmek, Bodrum' a bir şans vermek farz oldu. Gidiş o gidiş.. Bir daha kopamadım, tabi Barış' ın etkisi büyük, tamamen Cevat Şakir' in Bodrum' unu seviyoruz tabi biz, şimdiki buram buram kazıklama kokan, geceleri ortaya kokoş kokoş çıkıp köpük partilerine giden insanların kaynadığı, Cevat Şakir' in evini köfteci yapan Bodrum' dan ziyade..

Alışkanlıklarım oldu tabi gide gele, bi kere her gittiğimde muhakkak Körfez Bar' a, Balık-Ekmek balıkçısına, Yunuslar Karadeniz pastanesine uğramak zorundayım.

Son 3 gidişim de Eylül' e rastladı iş güç meselelerinden, ama meğer Eylül tam da Bodrum zamanıymış, şöyle rakını mezeni alıp manzaraya, denize, güneşe doyma zamanıymış.

Bu 5 günlük tatilimde de şahane dinlendim, aylardır okuyamadığım için dertlendiğim kitaplardan birini okudum, denizde kendimi kaybettim ve güneşle barıştım.  Bodrum' u seviyorum, hissettirdiklerini daha da çok.

21 Ağu 2012

tanımadık o his

Bir odadayım, sayısını sayıp sonra unuttuğum kadar ağlayan, iç çeken teyze var, ilk hissettiğim his huzur.. Sonra kaçıp gitme isteği..
Beynim geriye dönüyor, arabadayım, nasıl teselli vereceğimi bilmediğimden dolayı susuyorum, sustukça sessiz çığlıklar atıyorum, sonra elini tutuyorum ben burdayım diye, rahatlıyoruz bir nebze..

uzun uzadıya bi yazı yazacak değilim, sadece neler hissettiğimi hatırlamaya çabalıyorum yazarak.

Neden unutmamaya çalışıyorum onu da bilmiyorum tabi.. Muhtemelen ilk olduğu için.
ilk kez cenaze evinde bulundum. Bir bayram günü hemde. İlk kez o kadar insana sarıldım çünkü söyleyecek sözüm yoktu, ben böyleyim zaten en gerekli zamanlarda en gerekli cümleleri hiç sarfedemem.
Sarılmak çoğu sözden daha anlamlı diye teselli ettim kendimi. Bilmiyorum işe yaradı mı?

27 Tem 2012

Ne Varisi?

Varis, çocukken bazı kadınların bacaklarında görüp de ne olduğuna anlam veremediğim kötü bi görüntüden ibaretti. Bi kere yaşlanınca olduğuna emindim, hatta bundan 2-3 ay önce bile "ayy yaşlanınca kesin varis çıkıcak bende!" demiştim ahaha, pek iyimsermişim:)
İlk farkedişim alla allaa bacağımın arkasını vurmayı nası başarmışım diyerek oldu, baktım 1 hafta geçmedi inceleyim falan filan derken çığlık çığlığa Variiisssss miiiiğğğğğ? diye bağırdığımı hatırlıyorum! Nası yani? E ben daha 30'uma bile basmamışım? 2 ay kadar onun şokuyla yaşadım, önüme gelen herkese anlattım, ah şekerim sen bilmezsin ben ne yoğun çalışıyorum, baaak varisim bile varrrr.
Evet, yoğun çalıştığım ve genelde ayakta olduğum doğru. Ama bu kadar mı çabuk pes ettiniz be bacaklarım?
Dün de ben en sonunda pes edip doktora gittim, doppler çektiler falan, köpük tedavisi varmış ama yazın olmazmış, ilaç verdi doktor, bacaklarını dinlerdir falan dedi, allahtan varis çorabı demedi..
İlacın prospektüsünde bile yazıyor, fazla kilo almayın (bunda sıkıntı yok), güneşe ve fazla sıcağa maruz kalmayın (nası yani?), fazla ayakta kalmayın (bu pek mümkün değil işte)..
Artık yok anacım kimseye dolmuşlarda yer vermek, ay inicem ben zaten falan demek, oturucam ben!

29 Haz 2012

Hisarönü Barları

Tatilin en komik en saçma anlarını Hisarönü barlarında geçirdiğimiz doğrudur. Gitmeden önce nasıl olsa her telden çalan yerler vardır diye düşünmüştüm. Bu arada evet sabahtan akşama kadar güneş kum deniz üçlüsüne bayılsak da akşam yemeğinden sonra otelde durmak bizi epey bayıyor, dolayısıyla bir şekilde dışarıyı keşfetmek müzik dinlemek gerek, işte bu amaçlarla çıktık yola, Ölüdeniz' de kalmadık sırf bar bölgesi Hisarönü' nde diye.

Neyse, ilk gün şöyle bir keşif gezisi yaptık terlik ve şortlarımızla, zaten yol yorgunluğu vardı, bölgeyi gezdikçe kocaman açıldı gözlerimiz:) Sanki birisi 70' lerde pause tuşuna basmış herkes kalmış orda, arkadaşım her mekan mı aynı şeyleri çalar? Neyse en aklıbaşında görünen bi yere gittik oturduk, gelen cosmopolitan kokteylinin kenarında karpuz tutturulmuştu, fotoğrafını çekmemek olmazdı. 10 dk sonra da zaten tüm garsonlar barın üstüne çıkıp çılgın dans şovlarını gerçekleştirdiler:) Zamanında bir rock bar varmış bu arada, tutunamamış sanırım onca şamatanın arasında, şahane de bir kapısı varmış, ah diyorum!







İşin başka boyutu da, isimler:) Zombie, Attika, Hakuna Matata... O değil ondan sonra bağımlılık yaptı her gece kendimizi şahane dans şovları izlemek için yollara düşmüşken bulduk, hala da özlemiyorum desem abartmış olmam herhalde..

Abartı bi yana, bu bölge anormal  İngiliz turist kaynıyor, öyle ki Türk gördüğün an şaşırıyorsun, çoğu da yaşını başını almış olunca eski şarkılarla tavlamaya çalışıyorlar. Adamlar feci bir rekabet ortamı yaratmış nasıl müşteri çeksek mekana diye dans şovları, ateş şovları bilmemneler.. Bizim için tuhaf bir görüntü olsa da çoğu turist durumdan gayet memnun görünüyor. Biz bir daha muhtemelen gitmeyiz Fethiye' ye, Bodrum' un gece hayatı çok daha seçenekli örneğin bir Körfez Bar' ı bir Kule Rock Bar' ı, Jazz barları var. Muğla' dan da kopamıyoruz bir türlü o da ayrı bir yazı konusu..