27 Ağu 2009

Uzaklaşmak

Bizler üzüldüğümüzde, sinirlendiğimizde, utandığımızda, kahrolduğumuzda genelde uzaklaşmak isteriz. Bulunduğumuz yerden, konumuzdan, şehirden, rollerimizden, kendimizden.. Bazen yaşadığımız hezeyanın üzerinden 5 dakika bile geçmez bunu düşünmek için. Eğer şu anda orda olsaydım.. la başlayan cümleler kurarız, sonu bitmek bilmeyen .. Bulunduğumuz yer dar gelebilir, aklına ne tam 1 hafta boyunca heyecanla beklediğin dizinin bölümü gelir, ne de son ödeme tarihi geçmiş olan faturalar. Akılda sadece gitmek, uzaklaşmak .. Bir nevi tedavi olup ait olduğun yere geri dönmek, yeni bir kaçış planına kadar kök salmak..
Bunları niçin yazdım? Ben kaçtığımda plan kurabilenlerdenim hayata dair, kendime, çevreme dair. Uzaktayken kafamda devleşir, döndüğümde küçülürüm. Her zaman yapmak istediklerimin ama bir türlü vakit gelmeyenlerin listesi çıkar hasiraltından, gereklilik kipleri her türlü plana uydurulur, üşenilmezse maddelere bile dökülebilir. Dönüşün realitesi eğer atlatılıabilirse şöyle bir göz gezdirilebilir listeye, ama eğer atlatılamazsa yeni bir kaçış planında yanına alınmak üzere rafa kaldırılır. Gerekli adaptasyonlardan sonra plan kurmak için zaten ne vakit olur ne de takat..

20 Ağu 2009

sex and the city


Şimdi, bu diziyi duymayan kalmamıştır sanırım, ben yeni izleyebildim. Çok eğlenceli, şirin, komik bi diziymiş, tamam. İlla ki hayatının bi döneminde bu diziyi izleyerek, yaşam tarzına, kıyafetlere, şehre özenen arkadaşlarımız olmuştur. Ne yalan söyleyeyim arada bi bende ah çekiyorum içimden ve hemen New York ta yaşamadığım ve muhtemelen de yaşayamayacağım aklıma geliyor, evet üzülerek söylemeliyim ki burası Türkiye -her ne kadar bu mottodan nefret etsemde kullanmalıyım sanki- ve biz Carrie gibi bi Chanel giyerek bi Taksim'e çıkamayız. Ama özeniriz bal gibi, evet. Biraz diziden bahsedelim.
Dizimiz 4 birbirinden farklı kadının hayatını masaya yatırmakta. İşleri, partnerleri, evleri, kıyafetleri kısacası yaşam tarzlarını ayıla bayıla izliyoruz. Başrolümüzde Carrie Bradshaw var. Sarah Jessica Parker oynuyor bu şirin karakteri. Bence çok hoş bi kadın, ayakkabı hastası. Bi gazetede köşe yazarlığı yapıyor, ilişkiler üzerine yazıyor. Çoğumuzun en çok özendiği karakter olsa gerek. Kendisini de şu markalarla anarız; Manolo Blahnik, Malboro Light, Oscar De La Renta. Kendisi geçtiğimiz sene Türkiye ye de gelmişti hemde beraberinde tam 9 adet bavulla. Bir diğeri Miranda. Gerçek hayatta Cynthia Nixon. Dizide ki rolü avukat, sağlam karakterli, kızıl, hoş kadın. Gerçekte lezbiyen imiş. Oyunculuk açısından benim en beğendiğim o. Dizinin bence en sönük kadını Charlotte York. Ama çok hoş bence. Kristin Davis. Diğerlerine göre daha tutucu oldugunu söyleyebiliriz, ilk evlenen kendisi mesela, başarılı ve mimiklerine bayıldığımı söylemeliyim. Bir diğeri de Samantha Jones yani Kim Cattrall. Bu kadın en renkli sima dizide. Asla tutucu değil, tam aksine çok rahat. Yaşına göre de hala çok hoş olduğunu söylemeliyim. Dizide Halkla İlişkiler uzmanı, ki en uygun mesleği seçmişler kendisine bence.
Bi de şu Carrie nin takıntılarından Mr big mi, Aidan mı problemi var tabi, buna da değinmeden geçemeyeceğim. Mr Big i ilk gördüğümde, hatta Aidan ı görene kadar dibim düşerek izlerdim, Aidan bi ayrı bence. Ben Aidancılar danım, üzgünüm, ama Big in de hakkını yememek lazım.
Bu arada filmi de çekildi geçen sene, henüz seyretmedim ama 2. si de geliyormuş sanırım. Hoş olabilir. Ben bi de üşenmedim "hangi Sex and the City karakterisiniz" adlı bi testi de çözdüm, Charlotte beklerken Carrie çıktım. Hayırlısı..

18 Ağu 2009

The Last Shadow Puppets


Şimdi bu adamlar müzik yapıyorsa, diğerleri ne yapıyor diyesi geliyor insanın. Aslında adamlar dediğime de bakmayın, ikisi de henüz 23 yaşındalar. Ben albümlerini geçtiğimiz kış keşfettim ve tüm kışı kendileriyle geçirdim diyebilirim. Hem süper müzik yapıyorlar hem de baya bi eğleniyorlar.
Miles Kane ve Alex Turner kendileri. Memnun olduk. Madem geldik buralara kadar, bahsedelim kendilerinden birazcık. Alex (kendilerine adlarıyla hitab etmem konusunda ısrarcılar), Arctic Monkeys grubundan, Miles ise The Rascals'tan efendim. 2007 de bir telefon görüşmesiyle kuruluyor bu nadide grup. Şarkıları 60 lar havasında, ve çok çok hoş. 2 haftada kaydetmişler bu şarkıları, 22 kişilik bir orkestra eşliğinde. Büyük bir güvenle söylüyorlar, küçük dağları biz yarattık havasına da asla girmeden. Pek bi şirinler ayrıca. İlk albümleri Nisan 2008 de çıkıyor ismi "The Age Of The Understatement" . Ve Türkiye'ye albüm ancak 8 ay sonra gelebilmiş, ilginç tabi. Bir diğer ilginç mevzuda elemanların biribirne çok benzemesi, hatta tek yumurta ikizi yakıştırmaları yapılmakta. Yeni albüm çalışmaları bu sene başladı diye duymuştuk umarım bir an önce bitirirler, bu kışı geçireceğim güzel bir albüme ihtiyacım var kendi adıma.
Bu grup uzun zamandır ihtiyacımız olan müziği yapıyor, umuyorum ki böyle gruplar sık sık çıksın, biz de kulaklarımızın pasını bir güzel silelim kendileriyle.

17 Ağu 2009

kahve !!


Kahveye bayılırım. Ayrı bir kültürü vardır, karizması.. Çoğu entel filmde kullanılır, ayrı bir büyüsü vardır, bende alırım elime kahvemi geçerim dvd başına, pek bi zevkli olur. Özellikle tavsiye edebileceğim Jim Jarmusch adlı şahane yönetmenin şahane filmi . "Coffee and Cigarettes" . Filmi izledikten sonra ya da yarısında kalkar filtre kahve yaparım muhakkak, yapmayanına da rastlamadım, böyle etkili bir filmdir. Oyuncu kadrosu muhteşem. Kaç kere izlediğimi hatırlamıyorum. Hatta eğer yanlış bir bilgi değilse Jim abi bu filmi sık gittiği, bol bol kahve ve sigara tükettiği bir cafe de yazmış. Yakışır diyorum, öz e dönüyorum ..

Kahvenin her türlüsünü severim, makinadan alınanları hariç .. Hani şu çoğu işyerinde ve bazı hastanelerde zebellah gibi duran makinalardan bahsediyorum, hiç sevmem. Ya plastikte ya da nefret ettiğim kağıt bardakta çıkar karşımıza ve genelde çay tadı olur bunlarda. Neyse işte, ama bi de özel makinaları vardır ordan yapılanları gayet lezzetli oluyor. Özellikle içmekten çok hoşlanmadığım kahvelerle bile harikalar yaratılabiliyor. Ama ben bazı tür kahvelerin elde yapılanları tercih edenlerdenim. Şöyle bakır cezvede yapılmış bol köpüklü, mis kokulu bir Türk kahvesine kaç kişi hayır diyebilir? Türk kahvesini faydaları kanıtlanmışken hemde .. Kanseri önlemesi, yaşlanmayı geciktirmesi, bol miktarda anti-oksidan içermesi gibi faydaları var, tabi abartmamak lazım. Ben günde bir taneyle yetiniyorum şu sıralar. Önceden kupayla içerdim, şimdi kafi gelmek zorunda, aksi taktirde tüm gün kalp çarpıntısından çok rahatsız oluyorum. Kaldı ki fazlaca içmek taşikardiye bile sebep olabiliyormuş. Her türlü tatlının yanında güzel gider orta şekerli bir türk kahvesi benim damak tadıma göre. İstanbul'da güzel yapan yerlerden biri Moda çay bahçesi. Gerçi o manzarayla ne kötü gidebilir ki .. Çok hızlı geliyor, bakır cezveden masanızda servis alıyorsunuz, bol köpüklü ve tadı şahane .. Geçenlerde şöyle bir duyum aldım ne kadar doğru bilemiyorum, hızlı olması adına cezvelerde kahveyi önceden tutuyorlarmış, sipariş gelincede kaynar suyu üsütne boşaltıyorlarmış. Bana çok inandırıcı gelmedi ama bilemiyorum, denemek lazım. Türk kahvesi üzerinde durdum ama beğendiğim ve içmekten haz aldığım çok fazla kahve var, latte, filtre, aromalı .. Bu konu benim için baya uzun, devamı gelecek ..

12 Ağu 2009

yemekteyiz, yemektesin, yemekteler

Yemek programlarına bayılırım, her türlüsünü soluksuz izlerim, yapılışını aklımda tutmaya çalışırım ama çok nadir not ederim. Çünkü kalkıp kağıt kalem bulmaya üşenirim. Ne Emine Beder ler ne Ümit Ustalar kaçar gözümden. Şu abuk subuk yemek aletleri tanıtan uzun reklamları bile severim, çünkü güzel görünen yiyecekler hazırlarlar, bende izler feyz alırım. Şöyle ki; şimdi programı izledim diyelim hemen aklımdan evdeki malzemeleri sıraya dizerim, zorluk derecesini ölçer kendi üşengeçlik süzgecimden geçiririm, baktım herşey yolunda, kalkar terliğimi sürerek mutfağa yollanırım. Sonrası hızlı geçer, neyseki elim hızlıdır, şipşak yaparım tariflerimi keyfime bakarım. Yakın zamanda da burda da paylaşmak istediğim tarifler bunlar. Neyse..
Şimdi Yemekteyiz diye bir program var, ki duymayan izlemeyen kalmamıştır diye düşünüyorum. Ben bu programı sever sayarım kendimce. Çünkü bir çok kesimden tanımadığım insan yemek yapar, ben de izlerim, iştahlanırım. Tabi yeme boyutu ayrı ama ben genelde yapma boyutundan heyecan duyarım, gaza gelirim ve program gece bittiği için ve ben ertesi gün de işe gideceğim için bu dürtümü haftasonuna bırakırım. Ancak haftasonuda öyle bir abartırım ki çoğunun sonu, yani 2 kişinin midesinin alabilceklerinin dışında kalanların sonu, çöp poşetinde hüzünlü biter. Gelgelelim ben bu sevdamdan vazgeçemem, keserim doğrarım pişiririm keyfini çıkartırım.