21 Ağu 2010

Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında


Okuduğum ikinci Murakami eseridir esas adı Kokkyo No Minami, Taiyo No Nişi .. Üst üste akıcı, polisiye kitaplar okuyunca 187 sayfalık mini kitabı okumak biraz zor geldi.) O yüzden 2-3 haftadır başucumda beklemedeydi. Bugün iyice soğumadan aramız, bitirmeye karar verdim kendisi de direnmedi pek.

Kitabın basım tarihi 1992. Burada 2007'de çıkmış. Yuh be kardeşim.

Murakami ile geçmişimiz Sahilde Kafka ile sınırlı bile olsa az çok tarzını, üslubunu tanıdığımı zannediyorum. O müthiş betimlemelerinin, yarattığı karakterlerin, arka fonda devamlı çaldığı müziğin, sert imajın arkasına ittiği derinliğin hastasıyım. Bu kitapta da Kafka Tamura gibi bir karakter var, Hacime.
Hacime tek çocuk olmanın sıkıntı yarattığı bir toplumda tek çocuk olarak, yalnız ama kendisine yakın insanlar bulmak isteyerek büyüyor. Biraz çekingen, biraz yalnızlığı seven, karakteri sağlam bir çocuk olarak gördüm ben onu.
Her yalnız çocuk gibi onun da gözünde dev olabilen birkaç arkadaşı oluyor. Bir tanesi özellikle büyük izler bırakıyor. Yaşı ilerlese de, evlense de, çocukları olsa da unutamayacağı bir arkadaşı. Onunla müzik dinlemekten, saatlerce sohbet etmekten, yüzüne bakmaktan delicesine hoşlanıyor. Çocukken daha silik ama büyüyünce her şey daha anlamlı ve net.
İşte tüm kitap onun bu yaşadığı derin duyguları, bazen yüzeyselliğini genel olarak hayatını anlatıyor..
Kitapta yine ara satırlarda hemen okuyup geçilemeyen cümleler saklı. Özellikle Hacime'nin bir kız arkadaşından bahsederken kurduğu cümleler müthiş.

" Ona sarılmak inanılmazdı. Yine de kafamı kurcalayan ve beni hayal kırıklığına uğratan şey, onda sırf bana özel bir şey keşfedememiş olmamdı. Kötü özellikler listesini hayli aşan ve benimkileri de gölgede bırakan iyi özelliklerine rağmen bir şeyler, hayati bir şeyler eksikti."

Hacime, kız arkadaşında kendine özel bir şeyler arıyordu.. Bunu okuyunca ben nedense baya bi şaşırdım, çok hoşuma gitti. Herkese ait özellikleri bir yana, kendine has, sadece kendisinin bilebileceği bir anlam arıyor. Vay. Kim düşünebilir?

Kitap, alışageldiğimiz giriş+olay+sonuç döngüsünden az biraz farklı. Her an bir olay olacakmış gibi beklemek anlamsız. Olay zaten her satırda. Dalgın okumamak lazım zira duyguyu kaçırabilirsiniz.

16 Ağu 2010

Televizyon Zırvaları - 2


Genelde -sıcaklardan ötürü- şu ara tüm gün evdeyim, televizyonla aramda en fazla 2 metre var, eğer okuduğum kitaptan ya da internetten sıkıldıysam, yapacak daha önemli bir işim de yoksa tv saçmalıklarına göz atıyorum.

* Şu sıra en çok saçmaladığını düşündüğüm kanal, Show tv. Yeniden "Doktorlar" dizisini göstermeye başladı. İşbu dizi kimbilir kaçıncı tekrarında. Hayır buna razıyım , zira ara sıra milattan önce çekilmiş olan "Yarım Elma" dizisine rastlıyorum, bu rastlantıya baya bi gülüyorum.

* Show Tv'nin cankurtaranı tabi ki Acun. Acunsuz bir hayat düşünemez hale getirildik. Her akşam kendisini tv'de en az 1 kez görmezsem işim rast gitmiyor. İnatla "Survivor" izlemeye devam ediyorum, "Var mısın Yok musun" a ise şu ara uzağım, yoksa ona da dadanırsam tv'yi bir sarılıp öpmediğim kalacak.

* Acun'dan sonra televizyon tarihinin en SAÇMA yayını başlıyor. Evet bildiniz. "Evcilik Oyunu"
Her birinin oyuncu olduğu söylenen yarışmacılarının çoğunu ben nedense hiç görmemişim, tüh vah. Böyle bir kandırmaca yayının bu kadar fanatiğinin olması ise beni düşündürüyor. Yaklaşık 2-3 hafta önce Mert adlı yarışmacı kendisine talip olan bir kadınla yolda güya karşılaşıyor ama ne hikmetse kadın yolun karşısından mikrofonla geliyor ahahah.

Biz milletçe çok safız cidden :) Eve kapatılan 2 karşı cinsin birbirlerine aşık olmasını bekliyoruz umarsızca. Onun için izliyoruz aylarca. Hayır diyoruz onlar birbirlerine aitler. AAA bak ona nasıl baktı.
Şimdi söyleyin bana siz, Kendi'nin Yiğit'e aşık olmasını istemediniz mi içten içe, çaktırmadan? Öhöm.,

* Benim açık ara en sevdiğim program e2'deki Rachel Ray Show zira kendisi yemek yapıyor 5 dakikada. Evet, en sevdiğim program 5 dakika sürüyor .) Bi ara Kanal D'de "Emel Başdoğan" program yapıyordu ama ne oldu bilmiyorum programı artık yok.

* "Kavak Yelleri" bayadır kabak tadında. Şahıslar dram üstüne dram yaşamaya başladı, son 1-2 bölümde komik olaylar yaratmaya çalıştılar ama o da çok saçma ve basit kaçtı. Rastlarsam izliyorum ama saat kurmuşluğum yok kendisiyle ilgili. Dizideki Efe'nin geri dönmesi ise gayet saçma sapan bir şey oldu kanımca.

13 Ağu 2010

500 Days Of Summer


Bu aralar filmleri biraz gecikerek izliyorum sanırım. Bazen böyle şeyler olabiliyor, o an için çok popüler bir kitabı okumuyorum ya da filmi izleyemiyorum, ortalık durulsun, sesler sussun, sonra sakin kafayla izleyip değerlendirmek daha hoş geliyor. Yani bir filmi ya ilk izleyenlerden olmalıyım ya da son. Her zaman değil tabi, bazen ..
Bu film de öyle oldu sanırım.

Konusuna baktığınız zaman ne kadar klişe diyebilirsiniz, benim size önerim konuya takılmadan filmi izlemeniz.. Klişe de olsa film nasıl o klişeden uzak çekilir görün derim. Ben baya beğendim filmi, oyuncuları, mekanları, müzikleri. Tamam hayatınızın filmi olmayacak ama benim gibi yapış yapış romantizmden uzak biriyseniz hoşlanacağınızı garantileyebilirim. Elimden daha fazlası gelmez .)

Konu kısaca bir aşk hikayesi, tek taraflı mı anlayamadığımız. Sinir olabileceğimiz nayır nolamaz diyebileceğimiz ya da ohh böylesi daha iyi diyebileceğimiz seçenekli bir son var, ne hissedeceğiniz size kalmış, klişe bir mutlu son yok yani, bir bakıma. Çok şaibeli yazıyorum evet. Ayrıca her romantik filmde olduğu gibi burada da karakterler bakmaya doyulamayacak cinsten. Zooey Deschanel ve Joseph Gordon Levitt başrollerde.

Tom 'un Summer'la ve Summer'sız geçen 500 gününden karışık olarak seçmeli gösteriyor yönetmen ve seyirci de ne olacak kız gerçekten aşık olacak mı diye bekliyor. Şirin bir film. 1-2 saat ayırmaya değer.

"boy meets girl. boy falls in love. girl doesn't"


11 Ağu 2010

Ey Hafıza !


Son 1 senedir falan anormal şekilde hafızamı kaybetmiş vaziyetteyim .. Ara sıra aklıma geldikçe çıldırıyorum! Eskiden çok eskiden ben daha ergen iken, misal, şarkı sözleri falan ilk dinleyişte aklımda kalırdı, şimdi pof ! uçup gitmekte..

Okuduğum kitap hakkında 1 ay sonra konuşamaz oldum. İzlediğim filmler de keza öyle .. Yaptığım özel yemekler için illaki tarif bakmam lazım. Dinlediğim şarkıyı ezberlemeyi bırak, kimin söylediğini zor aklımda tutuyorum! Off ...

Buna bir hal çare bulmak lazım.

Bu beni mahvediyor.. Ne yapmalıyım bilemedim. Günde kaç adet sudoku çözmeliyim? Kaç bulmaca yalayıp yutmalıyım?

En çok da annem ve babam şarkı söylerken unuttukları yerleri uydurduklarında onlarla dalga geçtiğime yanıyorum. Ben kaç yaşındayım, hafızam ne halde ?!

Şu ara inatla sevdiğim ve önceden ezbere bildiğim şarkıları baştan sona eksiksiz söylemekle uğraşmaktayım. Kendimi deneyip deneyip deliriyorum sinirden .) Varsa bir öneriniz konuşalım dertleşelim sonra da unutalım..

2 Ağu 2010

Splice - Deney


Şu ara vizyonda olan Splice, başlangıçta merak uyandıran, sonlara doğru saçmalayan, bitişiyle iyice zıvanadan çıkmış bir film. Çok üzgünüm ki, müthiş adam Adrien Brody bile filmi kurtaramamış zira bir yerden sonra ondan bile tiksinebiliyorsunuz.

Konu,

Elsa ve Clive isimli iki bilim insanı, gayet korkunç bir şekilde insan ve hayvan dna'larını birleştirerek yeni bir organizma yaratıyorlar. Ortaya ilk başta yarı tavuğa benzeyen gitgide genç kız görünümünü alan bir yaratık çıkıyor. Her yaratık gibi Dren adı verilen bu yaratığımız da gayet tehlikeli bir türe dönüşüyor. Biz de paşa paşa kendisinin hızlı gelişimini izliyoruz.

Buraya kadar -ehh işte- diyip merakla "neler olacak tanrım" kıvamında izliyorsunuz. Bundan sonrası gayet tiksindirici.

Spoiler

Yaratıkla sevişmek nedir yahu? Hayır yani çok mu çekiciydi de kendine hakim olamadın, biraz insaf..
Dren gömüldükten sonra gayet gelişmiş bir erkek yaratığın ortaya çıkışı biraz anlamsız değil mi?
Erkek yaratığın Elsa'ya tecavüz etmesi filmin iyice zıvanadan çıkışının nirvanası değildir de nedir?
Elsa'nın herkesin ölümüne sebebiyet verdikten sonra gayet soğukkanlı şekilde davranmaları falan neydi? offf..

Spoiler