31 Oca 2010

Kısa Kısa ..


** Hasta olmak ya da olmamak.. İşte şu soğuk kış günlerinin benim için tek önemli cümlesi.. Ve evet hastayım..

** Yazı yazmak şöyle dursun, bilgisayarın kapağını bile zor açtığım için tüm haftasonu Mtv haftasonu Justin Timberlake izlemek durumunda kaldım.

** Show Tv hala yıllar önce yayınlanmış "Yarım Elma" dizisini nedenini anlayamadığım bir kazkafalılıkla göstermeye devam ediyor, Show'un uzayın derinliklerine gönderilmesini istiyorum!

** Barış' a sabah Jay-Z ile Timbaland arasındaki farklardan ve benzerliklerden bahsedip adeta ders verdim, şoke oldu sen bunları nerden biliyosun diye, aslında bende şaşırdım bunları nerden biliyorum diye..

** Hapşuracak gibi olup hapşuramamak ve o an gözlerin dolma anı var yaa, off o andan tiksiniyorum! Hele o burundan sıcak hava çıkışları yok muuu offf..

** Büyük bir telaşla aldığımız 2 tiyatro oyunu güme gitti..

** Çabuk karar verip, verdiği karardan dönmeyen insanları seviyorum.

** "Sana kahveye geliyorum" diyebileceğim arkadaşlarım olsun istiyorum.

** Flashmob olayını seviyorum, bi ara burda da denediler, "Beat It" şarkısıyla, çok başarılı olmadı ama bence Taksim'de yapılan ilk gösteri izlenmeye değerdi, yurtdışındakiler mükemmel. Flashmob nedir diyenler şurdan öğrenebilir, zira açıklamaya üşendim hem hastayım.

** Atv'yi göstermemekte direnen Türksat'tan ve kotayı son hız dolduran "TTnet" ten tiksiniyorum. Birkaç güne "Lost" başlıyo ve kota muhtemelen yine ilk günlerden dolacak.

** Bu Pazar sevgili kocacıcım yine müzayedeye katılmaya gitti, herhangi bir seçeneğim yok Mtv izlemekten başka. Sevgiler sevgili blogger.

28 Oca 2010

Tek ve Tek Başına Türkan


Ayşe Kulin'in biyografik kitaplarını seviyorum, hem çok akıcı yazıyor hem de bilinesi her şeyi aktarıyor, mesela ben lisedeyken "Adı Aylin"i okumuştum, hem de kaç kere.. Eskiden vardı sevdiğim bi kitabı tekrar tekrar okuma alışkanlığım, ama zaman geçtikçe okunması gereken kitaplar listesi uzadıkça yapamamaya başladım malesef..

Uzun zamandır bir kitabı böyle su gibi okuyamamıştım.. Türkan Saylan çok çok özel bir insan, çok değerli bir hekimdi. Kendisi hakkında olumlu olduğu kadar saçma sapan asılsız fikirlerde var, internetten birkaç sayfaya göz attım, resmen yoruldum. Zaten bu ülkede insanlığa, sanata, kültüre, iyi niyete tahammül yok, hayır cidden yok! Ama kim ne derse desin onun tedavi ettiği, yardım elini uzattığı, okuttuğu insanlar var, eminim biliyorlardır kıymetini..

Her neyse ben kitabı okumadan elbette az çok bir şeyler biliyordum ama Ayşe Kulin, Türkan Hoca'nın çocukluk yıllarında arkadaşı Gökşin Sanal'la mektuplarına yer vermiş, sonrasını çok aşırı ince detaylar olmadan yazmış, zira kendisinden önce bu kitapların yazıldığını söylemişti. Türkan Saylan'ın hekimlik yıllarında yaşadığı olaylar, çok fikrimiz olmayan cüzamlılar, özel yaşamına dair ayrıntılar, 2 oğlu, son yılları, evine yapılan meşhur baskın, hepsi var kitapta. Bilmiyorum ama ben çok etkilenerek ve benimseyerek okudum, hatta o kadar benimsemişim ki kitabın bi yerinde küçük oğlu Çınar'ın okulu kazanması anlatılmış, kazandığını öğrenince sevinçten ağladım.. Yani çok samimi, zaten Türkan Hoca'nın ağzıyla yazmış Ayşe Kulin.

Kitabın ismi de hakkaten çok doğru, hayatı boyunca hep tek kalmış, tabi çok sevdiği hastaları, oğulları, dostlarını saymazsak. Çok emek vermiş insanlara. Okurken kendi yaşamıyla kıyaslıyor insan, tabi ne kadar kıyaslanabilirse..

Çok kısa sürede okunabiliyor, 332 sayfa..

26 Oca 2010

Bim Süprizi: Stroopwafels




Ey Bim nelere kadirsin? Normal şartlarda gayet vasat bi marketken, bazı ürünlerin var ki müthiş! İlk aklıma gelenler, profiterollerin, her çeşit peynirlerin, top krakların, kahvaltılık ezmen, vs vs. Ama kasaya yakın mavi bi standın var ki ne zaman gitsek her yerde bulunmayan, bulunsa da fahiş fiyatlar sebebi ile satın alınmayan ürünleri gayet makule sergiliyosun! Sen var ya bazen süper oluyosun!

Fotoğrafını çektiğim bu ürün ise Hollanda'nın biz tatlı severlere adeta bir armağanı. Hollanda peksimeti deniyor ya da nasıl anlatsam, incecik bi gofretin içine bal, karamel falan dökün o tip bişey, anlatılmaz asla, tatlı ihtiyacını da 1 tanesiyle de süper kesiyor, yakınında Bim olan varsa bi bakın mavi standa derim. Fiyatı da sanırım 2,5 lira civarında. Bu mavi standlar kasaya yakın oluyo genelde. Bundan önce de Johnson Baby'nin içinde vücut yağı, şampuanı, bedtime kremi, ıslak mendili olan bi seti 17 tl'e aldım, hey be yaşasın bim.

Sahneye Gelen Sigara Yasağı


Yuh diyorum sadece. Artık tiyatrolarda sahneye konan oyunlarda da sigara içilmesi yasaklanacakmış ve ağır cezalar getirilecekmiş.

Ankara'da sahnelenen Oğuz Atay'ın yazdığı "Korkuyu Beklerken" adlı oyuna yetkililer bilet alarak seyirci gibi girip, ardından da oyuncu rol gereği sigara içti diye tutanak tutmuşlar! Nedeni ise kapalı alanda sigara içme yasağı.. Bu ne yobazlık diyorum, zira bunun asla ve asla sağlıkla ilgili olduğunu düşünmüyorum.. Kültür ve sanata daha nasıl müdahale edilebilir bilmiyorum..

** Bu arada tv izlerken o çıkan buzlama hareketi ve örneğin cnbc de çıkan çiçek mevzusu midemi bulandırıyor, sigara kullanmıyorum ama böyle yasaklarla bi yere varılamayacağını bilecek kadar da normal bi insanım..

25 Oca 2010

Lady Gaga


Bu hanımefendi ile alakadar değilseniz önce linkteki klibini izleyin sonra okuyun derim ben, zira o klibi izleyince bu yazıyı yazmaya karar verdim, yoksa rockçıyım ben be böhüüü


Allahım neler oluyor bana? Son 1-2 aydır Beyonce ve Lady Gaga dinliyorum ve buna çok bozuluyorum, zira bu tip şeylerden pek hazzetmem, rock severim ve ölene kadar da jazz ve rock dinlemek isterim, hatta küçüklüğümden itibaren kendime mektup döşerim "salaklaşma pop dinleme sakın" falan diye.. Popla pek işim olmadı bugüne kadar, belki bi nebze ergenken.. Ama bu kadına takıldım birkaç gündür. Bi inceleyelim bakalım..


İlk çıktığında ya da ben ilk tv'de gördüğümde, uzun kahkülleriyle kendisini Christina Aguilera sanmıştım. Alakadar olmadım tabi. Meğer ortalığı sallıyormuşta haberim olmamış. 86 doğumlu olmasından ötürüde utanç içindeyim benden 2 yaş küçük (her ne kadar en az 35 gösterse de) Neyse işte, sonracıma "Poker Face" çalıyodu her yerde önce baya bi reddettim, sonra bi baktım indirmişim de dinliyorum, hemde bikaç versiyonunu. Sonra yine kestim alakayı taa ki bu klibi görene kadar. Niye bu kadın bu kadar güzelken kendini başka zamanlarda saçma sapan çirkinleştiriyor onu da bilemedim. Sesi de gayet iyi haa.. Ha bi de cesur yaa valla ben beğendim ve alkışladım içimden.

Bu arada tamam çok medyatik, saçma sapan giyiniyo orasını burasını görmekten illalah demiş olabilirsiniz ama bence gayet sağlam albüm yapıyo bu kadın şarkıları boş değil.

Boy
: 1.55

Yaş
: 24 ten gün alıyor.

Cinsiyet
:
Hermafrodit diyorlar ama ben yorum yapamıyorum (uuu beybii)
Ölçü
: Belinin ölçüsü yok bence

Nacizane Öneri:
Ladyciğim gırtlağını kullanmadan şarkı söylediğinde seni daha çok seviyorum.

**
Bad Romance şarkısı ve klibi cidden iyi..
Gittiğim her barda çalsın bu artık.
Handeye tavsiye: Sakın ha kendini bu kadına benzetmeye çalışma, tanrıaşkına yapma bunu ey handeyener!

rah-rah-ah-ah-ah,
roma-roma-ma-ah,
gaga-ooh-la-la,
want your bad romance

22 Oca 2010

Lost - The Final Season


Az kaldı biliyorum, o yüzden de kendimi tutamıyorum hep Lost hakkında yazasım var! Henüz bilmeyenler için söylemek isterim ki, bu posterdeki hiyeroglifler çözülmüş ve anlamı "rehber kim" "lider kim" imiş..
Sorular, sorular..

* Clarie ortaya nasıl çıkacak? Liderlikle bozmuş olan John Locke -ya da o her kimse- başımıza daha neler açacak? Kate-Jack-Sawyer üçgeni nolcak? Benjamin'i biri sonunda sevecek mi? Richard hala çıtır mı, yaşlanacak mı artık? "Aym a torçırır Sayid" ilk bölümlerdeki aktifliğini geri kazanacak mı? Şirinemiz Hurley'i birisi mıncıklayacak mı yoksa kalkıp ben mi gitmeliyim oralara?

Valla onu bunu bilmem kaç senedir ömrümüzü yedi bu dizi bizim, adam gibi şoke olacağımız bol süprizli bi finali hakediyoruz hocam!

O değil de bi de Juliet' e yazık oldu be..

21 Oca 2010

Bat For Lashes - Masal Dünyası


Natasha Khan adlı süperötesi sesli kadının grubudur efendim. Natasha İngiliz bir anne ve Pakistan'lı bir babanın kızı. Masal dünyasından fırlamış gibi bi hali var hep.. Bende çoğu kişi gibi "What's a Girl To do" şarkısıyla tanıdım ama gerisi de geldi. "Daniel" ve "Glass" ise favorilerim.. Özellikle bu aralar günde bikaç kez "Daniel" dinlemeden güne başlayamamaktayım..

Dinlemenizi fazlasıyla öneriyorum, zira çok etkileyici, fantastik hikayeler var şarkılarında.. Ayrıca Kings Of Leon'un "Use Somebody" sini de pek şahane coverlamıştır.. Fazla yazıya gerek yok zira çok fazla bir şey bildiğimi de söyleyemem, sadece dinlerim ve keyfime bakarım..

20 Oca 2010

Ceylan Ertem


Benim, derinliğe sahip olan melankolik, sanatçı ruhlu, sessiz ama çok derinden giden kadınlara büyük bir hayranlığım vardır, Ceylan'da bence burdaki temsilcilerinden bu ozan kadınların.. Yazdığı sözler, yaptığı müzik, sesi, çektiği fotoğraflar vs.. çok dolu bir kadın..

Ben Anima'dan itibaren takipteyim ama ara baya bi uzun sürdü sanki.. Gerçi kendisi farklı gruplarla devamlı bar çalışmaları yapıyo ama genelde bana hep hafta içi rastladığı için gidip izleyemedim. Ayrıca kadın jazz şarkıcılarını konuk aldığı bir radyo programı (Şu-Bi-Dap) yaptı. Müziğe çok yakışıyo hatta bence sanata çok yakışıyo..
Yeni ve "solo" albümü ne zamandır bekleniyo, ama niçin çıkmadı hala bilmiyorum, farklı bir albüm olacak sanırım, çok fazla sayıda farklı müzisyenle çalışmış. Albümün adı da "Müzikten Uzak" diye okumuştum bi yerlerde taa ne zaman:) MySpace sayfasında çıkacak albümünden şarkıları dinleyebilirsiniz.

Anima'nın da ilk çıkardığı albüm çok başarılıydı, çok iyi bir gruptu ama Ceylan'ın solo albümü benim çok daha fazla ilgimi çekti.. Anima'dan itibaren de baya bi değişti Ceylan'da, takipçileri bilir, saçları önce kızıl, sonra sarı sonra kumral oldu ama kadın her halukarda çok hoş..


** Şurada Deviantart sayfası var, burada da MySpace sayfası var.. Şiddetle (nası oluyosa?) tavsiye ediyorum kendisini..

19 Oca 2010

Üşenme Sanatı


Ota boka üşenirim diye bi söylem vardır bilir misin ey okur? Ben bilirim, ben bilirim...

Üşengeçliğimin boyutunu başlığa ters orantı yaparak uzun uzadıya açıklayacak değilim. Sadece şunu bilmeni isterim ki, ben bir zamanlar film izlerken oyuncunun kalkıp mutfağa gidişini izlerken bile düşünürdüm (evet, yapabilirdim bunu) yaw ablacım nası yaptın bunu? Nasıl kalkıp gittin mutfağa? istesene birinden?? Hele ki o kadın evden taşınıyorsa inan ki ağlamamak için tutardım kendimi.. Üşengeçliğimin boyutunu anlamışsınızdır umarım..


Üniversitede bi yerden bi yere beni nakletmeleri gerekirdi bazen, zira sürünecek kadar bile güçsüz ve üşengeçtim! Şimdilerde yaptığım bir üşengeçlik zımbırtısı da, hemen kolumun uzanacağı bir mesafede olan lambayı söndürmek yerine öyle mal mal durup beklemek! Sonra bi güç gelir hoop bi bakarım kapatmışım lambayı! ohh..

Neyse efendim, artık böyle şeyleri çok takmıyorum çünkü neden bir zamanlar böyle bir evlat olduğumu annem saolsun çözdü, beni güç bela doktora götürdü ve
B12 adlı lanet bir vitaminin eksikliğini ortaya çıkarttı, birkaç yıl boyu iğneler oldum ve artık daha insancıl şekilde üşenebiliyorum. Eğer aranızda varsa benim gibiler, sizi seviyorum! Ama yine de gidin bi kan değerlerinize, demirinize, B12 nize baktırın diyorum..

15 Oca 2010

Cate Blanchett


Müthiş güzel bir kadın ve çokta iyi oyuncu beh.. En çokta "Coffee and Cigarettes" teki halini izlemeye doyamam, hala ara sıra açıp izlerim, bıkmam.. Sonra, "I m Not There" var, nasıl bir oyuncusun sen be kadın diyebileceğimiz "Elizabeth" var.. Yani var da var.. "Benjamin Button" var, neyse saymayı bırakıyorum.



Oturup kendisiyle bi kahve içerek, melankolik bir sohbet yapasım geliyor bazen. Masanın bir başında Tori Amos, bir başında Cate Blanchett, bir başında da Charlotte Gainsbourg, e bi başında da ben olayım bari, var yaa off ne aforizmalar çıkar o masadan, tabi ben bayılıp düşeceğim için pek katılamayabilirim sohbete.
Hayaller bir yana, her rolün altından kalkabiliyor bu kadın, en kötü bi filmi bile izlettirir..
Coffee And Cigarettes filminde 2 karakteri oynadı ve ben bunu ilk izleyişimde anlayamadım. Shelly karakterinin de büyük bir fanıyım burdan da ileteyim. En üst fotoğraf Shelly' e ait. Bu arada "Coffee And Cigarettes" i hala izlemeyen var mı? Sürekli filmle ilgili yazasım var durduramıyorum kendimi..


Cate Avusturalya'lı ve anavatanı kendisinin bir fotosunu 2009 da pullarına bastırdı, way anasını.. Bunun üzerine de Cate Milyonlarca Avustralyalı tarafından yalanacağım ve bunun için sabırsızlanıyorum" dedi ve dağıttı beni, zeki kadın vesselam aynı zamanda. Hayranıyım bilmem farkettiniz mi?

14 Oca 2010

Kağıt Helva


Elif Şafak'ı şimdi bu kadar "meşhur" olmadan önce okumaya başladım, o zaman kime söylesem "o kim" tepkisi alıyodum, aa bak oku muhakkak, bu tam senlik gibi milleti teşvik ettiğim çok oldu. Kendi keşif maceram, Ankara'da yaşarken -Ankaralılar iyi bilir- çok sevdiğim Dost Kitabevi'nde gezerken üzeri çikolatalı olduğu için Araf'ı farketmem ve dikkatimi çekmesi sonucunda alıp okumam ve diğer kitaplarını da hatmetmem şeklinde oldu (cümleye bakarmısın)

Her neyse kısacası, sadece "Baba ve Piç" ya da "Aşk" kitabından sonra okumaya başlamadım, daha eski tanışırız kendisiyle. Eskiden beridir de yazdığı kitapları için ne denli özenli çalıştığını, o kitapların ne denli dolu dolu olduğunu bilirim, ama şu son yapılan kitap bana hem etik açıdan hem de mantık açısından doğru gelmedi açıkçası..

İlk duyduğumda yine roman ya da deneme tarzında sandım, sevindim bu kadar çabuk çıkmasına falan, ama konusunu araştırınca farkettim ki toplama bir kitap bu. Bugüne kadar yazmış olduğu kitaplardan alıntıları bir nevi aforizmaları toparlamış. Hoşuma gitmedi, basit buldum, yani tamam öyle bir alıntı kitabı yapılabilir ama sadece buna yoğunlaşmamalıydı, ne biliyim örneğin Pinhan'ı yazarken hangi duygular içindeydi, nasıl çalıştı vs bunlardan bahsederek alıntı yapabilirdi, dünya yazarlarıyla da çok yakından alakalı olduğunu biliyorum kendi etkilendiği cümlelerden, kitaplardan bahsedebilirdi, diyorum ya daha dolu olabilirdi.. Hatta bu şekilde müthiş olurdu!

Benim asıl hoşlanmadığım durumsa kitabın fiyatı oldu, 22 tl. Yeni bir kitap değil, yapılması gayet basit, zira Elif Şafak okuyan bilir, kendisi nerdeyse çoğu paragrafını alıntı yapılabilecek şekilde yazar. Daha çok ticari bir amaç güdülmüş sanki. Mantıklı bir fikri olan varsa paylaşırsa sevinirim, ben anlam veremedim.. Kendisini son yıllarda ne kadar "farklı bir kesim" sahiplenmeye çalışsa da ben hala çok severim, ne yazarsa yazsın okurum ama böylesine bir basit mantıkla değil..

** Bu linkte kitap hakkında verdiği bir röportaj var..

13 Oca 2010

Kendinden Üçüncü Kişi Olarak Bahsetmek

Offff diyorum sadece offf. Bu akşam bi magazin programında nihat doğan'ın kendinden bahsederken "nihat doğan şunu yapar , nihat doğan bunu yapar bıdı bıdı" derken aklıma geldi, zira nefret ederim kendinden 3. kişi olarak bahsedenlerden.. Ben genelde bu davranışa tv'de röportaj yapılırken rastlıyorum.. Çok ama çok itici.. Cümleye başlanırken önüne isim konur.
Misal,
biri soruyor..
Soran** Ceren sabah kalktığında ilk olarak ne yapar?
Ceren** Ceren, sabah ilk iş yüzünü yıkar, çay koyar bıdı bıdı yapar..
Soran** Ceren kendiyle barışık mıdır?
Ceren** Ceren kendini çok sever, Ceren iyi bi insandır özünde .................vs...........

Le Petit Nicolas - Pıtırcık


Ben kendimi misafir gittiğimiz bi yazlıkta sıkılıp ortalığı karıştırdığım için, sonracığıma, bu Pıtırcık'ın kitaplarını bulduğum için çok ama çok şanslı hissediyorum:) Yıllar sonra Pıtırcık'ımın eksik kitaplarımı tamamlayan bir kocaya sahip olduğum içinde tabii:)

Pıtırcık, bence sadece çocuk kitabı olmayan kitaplardan, hala ara sıra elime alıyorum, mutlu oluyorum okuyunca, ne biliyim, bu duyguyu okuyanlar iyi anlar. Okuduktan sonra sitedeki arkadaşlarıma sırasıyla isimleri koymuştum falan. Yıllar sonra filminin çekildiğini duyunca baya bi heyecanlandım tabii, sonra büyük beklentilerimi dizginlemeyi öğrendiğim için aynı şeyi yaptım, ama fragmanını izleyince gördüğüm şey beni mutlu etti, o çocukları yiyesim geldi, bakalım filmi izleyince yine yorum yaparım..

Farklı kitapları olduğu için hangi konuları kullandılar şu tanıtım yazısı yardımcı olabilir sanırım:

Pıtırcık hayatından memnundur: Onu seven bir ailesi, muhteşem arkadaşları vardır. Ancak birgün her şey değişir: Anne ve babasını konuşurken duyan Pıtırcık, konuşmalardan yeni bir kardeşi olacağı anlamını çıkarır ve paniğe kapılır. Herkes yeni gelen bebeği daha çok sevecek ve artık ailesi onunla ilgilenmeyecektir. Hatta Parmak Çocuk masalında olduğu gibi onu ormana bırakıp gideceklerdir. Pıtırcık ailesinin kendisinden vazgeçmemesi için çeşitli taktikler uygulamaya başlar ama bu taktikler pek istediği gibi işlemez ve sonuçta ailesini kızdırır. Planlarının sonucunda yanlış düşündüğünü anlayan Pıtırcık, bir kardeşi olursa çok mutlu olacağını ailesine pişmanlıkla anlatır. Ailesi bu duruma şasırır çünkü bir yanlış anlama olmuştur. Ama Pıtırcık’ı bekleyen başka bir sürpriz vardır.

Burada fragmanı da var..

Benim Adım Orman İnceleme


Önceki yazımda albümün çıkacağını yazmıştım, şimdi albümü dinlemiş, sindirmiş biri olarak yorumlarımı yapabilirim artık sanırım..

İlk birkaç kez dinlediğimde, çok bir şey anlamadım aslında ama çok büyük bir süprizle de karşılaşmadım açıkçası. Sonra yaklaşık 1 hafta kadar hiç dinlemedim, küstüm:) Soranlara, bildiğin şebnem falan deyip artistlik yaptım. O 1 haftadan sonra dinlediğimde de ba-yıl-dım!! Bu nasıl bir şey yahu diyecek olanlar için söyliyeyim, bu sindirme aşamasıdır. Şebnem'in yaşı ilerledikçe biz yerimizde kalmıyoruz elbette, biz de olgunlaşıyoruz, o ilk çıktığı dönem dinlerken adeta bağıra çağıra dünyaya meydan okuma, ey gelecek bekle ben geliyorum nidaları adeta geride kalıyor, gülümseyerek dinliyorsun.

Şu süpriz kısmına da kendi bakış açımla bir kaç şey eklemek isterim ey blogger.. Sürpriz derken, hani albümü dinlersin off yine aynı yaa dersin ya, peki ne bekleniyor daha fazla? Bende ilk dinlerken aynı şeyi düşündüm sonra sordum kendime ne bekliyorum mesela? Hımm, mesela sürpriz olarak tamamen jazz bir şarkı yapabilirdi .. "Eski" nin akustik versiyonu yerine hoş olurdu bence..
"Benim Adım Orman", "Serapmış", "Mahalle" benim favorilerim. "Yalnız" şarkısına da müthiş beğendiğim bir klip çekilmiş, onu da bu linkten izleyebilirsiniz.. Çok güzel görünüyor klipte, kıyafet, saç, ifade müthiş!

Bu linkte de Şebnem'in 1996'daki Beyaz Show'a çıktığı halleri var, çok şirin ama aslında hala aynı, 14 sene öncesinde de olgun, mütevazi. Sesi de güçlü ama şimdiye göre haliyle daha deneyimsiz.
Albümü dinleyip de bu yazıyı okuyanların yorumlarını merak ediyorum onu da belirteyim..

11 Oca 2010

Hala Günlük Tutanlar El Kaldırsın


Ben günlük tutan insanları kendime yakın hissediyorum, gizemli buluyorum. Belki iddialı ama kişisel olarak sanatın bi tarafından tutuyorlar gibi geliyo hep bana..

İlkokuldan beri vazgeçilmezdir benim için özel defterler.. Adına "günlük" demişiz ama her gün yazdığım söylenemez, en azından şimdi.. Bana ilk özel defterimi annem aldı ve bana verebileceği en özel hediyelerden birini verdi , beni teşvik etti bi anlamda, zira baya küçüktüm, ilkokul 2 falan olmalı, her gün yazmışım hede hödö bugun şöle oldu böle oldu sevgilim günlükçüm falan filan :)

Günlüğün anlamı da değişiyor tabi yıllar geçtikçe, küçükken o gün olan şeyleri yazarken, şimdi hayatın anlamını sorgulayan, efendim somuttan ziyade soyutla bağlantıya geçmeye çalışan ruh halleri bir nevi resmediliyor.. Şimdiye kadar 7 tane günlüğüm olmuş ama maalesef benim için aralarından en en özel olanını kaybettim.. Üniversitede tuttuğumu.. Hayır yani kimseye de söyleyemiyorum ki günlüğümü kaybettim bi bakabilir misin diye:) Genelde günlük tutanlar bilir, anne babaların özel meraklarındandır o özel defter:) Hatta ergenliğin en doruk noktasında olduğum bi dönem annem evde estirdiğim fırtınadan etkilenip, konuşmaya da yanaşmadığımı görünce "mecburen" okumak zorunda kalmış ahahah şimdi komik geliyor ama annecim sayende 2 sene kadar günlük yazamadım:)

Yazmak özel, yazmak güzel.. İlla ki de yayınlanacak diye bir kaygı gütmeden bakabilmek olaya harika.. Blog yazmakta o duyguyu tatmin ediyor belki de siz ne dersiniz?

** Bu arada fotodaki olay şu sitede yapılıyor, çok kolay tavsiye ederim oyalıyor baya:) Evet fotodaki şahsiyette bendenizim.

Last Fm


Nasıl güzel bir sitesin sen öyle? Kapatılacağını ilk duyduğumda allahım nasıl bir panik yaşadım bilemezsin ööö gidecek mi şimdi onca kayıt diye ağlayayazdım, ama bi çaresi bulundu elbette onunda, neyi yasaklarsanız kardeşim daha da hırslanıyoruz bilginiz olsun..

Bilmeyenlere ufacık bir bilgi, Last Fm, senin bilgisayarında dinlediğin tüm şarkıları listeliyor, kaç kere dinlemişsin, en çok kimi dinlemişsin, son 1 haftada en çok hangi şarkıda takılıp kalmışsın vs.. Bunun yanı sıra sevdiğin şarkıları etiketliyorsun, tarzına yakın müzik dinleyen komşularının listesini inceleyebiliyorsun, zira ben bu şekilde pek çok müthiş şarkı öğrendim varolan.. Aynı zamanda da yine dinleyicilerin eklemiş olduğu müzisyenlerin biyografileri ve albümleri hakkında da bilgi sahibi olabiliyorsunuz.

** Müzik zevkimi burda az çok ortaya koydum gibi, ama hem site hakkında hem de dinlediklerim hakkında bilgi edinmek isteyenler şuradaki linke tıklayabilirler..

** Bu arada listenizi kişisel sitenize de ekleyebiliyormuşsunuz, ama benim tercihim değil açıkçası, fazla göz yoran şeylerden kaçınmaya çalışıyorum..

9 Oca 2010

Düşüş




İstanbul Belediyesi şehir tiyatrolarından bir oyun Düşüş.. Dün gece bittiğinde ağlamamak için zor tuttum kendimi, oyuncular müthişti, oyun çok iyi kotarılmıştı, bilindik bir konuydu artık ama "iyi ki gelmişiz" dedirtti..

Öncelikle oyunculardan başlamak istiyorum,
Mehmet Şahabettin Paşa'yı oynayan Toron Karacaoğlu.. Zaten övmeye gerek yok, uzun yıllardan beri kendini işine adamış bir oyuncu, pek çok filmde de Cüneyt Arkın'ı seslendirdi, bu oyunda da her zamanki gibi müthişti! Hem gülümsetti hem hüzünlendirdi.. Şefik'i oynayan Erkan Sever, kendisine de pek çok oyundan, sinemadan, dizilerden aşinayız zaten, çok iyi bir oyun çıkardı dün akşam da.. Ve benim favorim Nimet, Defne Gürmen Üstün.. Tek kelimeyle mükemmel oynadı, karakteri itibariye bazen seyircileri kıl ettiyse de ben bayıldım:) Oyunda hem Sultan Hamid'i oynayan hem de bu oyunun yönetmenliğini yapan Engin Gürmen'in de kızıymış. Tek bir oyuncu yoktu kötüydü diyebileceğim. Ama Toron Karacaoğlu o tonton halleriyle, sesiyle, herşeyiyle dün akşam bir numaraydı kesinlikle.

Konu şudur,
Düşüş, ülkemiz tarihinde önemli bir sürece damgasını vuran İttihat ve Terakki’nin, 1908 yılından sonra yaşama ve yönetime egemen oluşunun sonuçlarını anlatırken, insanın toplumsal değişimler karşısındaki duruşunu eleştirel bir gözle, çok yönlü biçimde ele alıyor. Oyunda, İstanbul halkı huzursuzdur. Padişah II. Abdülhamit’in baskıcı yönetimi sürerken, İttihat-Terakki Partisi’nin iktidarda olmasa da halkın üzerindeki etkinliği artmaktadır. Nitekim padişahın aldığı tedbirler bir işe yaramaz ve İttihat-Terakki Partisi II. Meşrutiyet’i ilan ettirir. II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte, saray ve yeni yönetim yanlıları arasında çatışmalar başlar.

** Oyunda her bölüm sonlandığında müzik başlıyor ve sahne kararıyor, oyuncularda seyirciye poz veriyor (muhakkak bi ismi falan vardır bunun:) allahım dağıldık her seferinde, nasıl güzel oluyor o öyle, hem defalarca okuduğumuz/izlediğimiz/duyduğumuz konunun sıkıcılığını alıyor, hem de heyecan yaptırıyor..

** Oyun 2 perde, bu arada kıyafetlere de bayıldığımı söylemeliyim.

** 6-17 Ocak arası Kadıköy Haldun Taner'de oynamakta, ilgilenenlere duyurulur. Bilet almak için şu sayfayı kullanabilirsiniz..

Yazan: Kemal Bekir
Yönetmen: Engin Gürmen

Oyuncular:
Engin Gürmen, Haşmet Zeybek, Defne Gürmen Üstün, Toron Karacaoğlu, Oya Palay, Melike Altınbaran, Ali Karagöz, Erkan Sever, Rahmi Elhan, Yavuz Şeker, Murat Derya Kılıç, Özgür Dağ, Caner Çandarlı, Gökhan Eğilmezbaş, Samet Hafızoğlu, Engin Coşkun.

8 Oca 2010

Kısa Kısa Notlar


* Az önce değişik bi kahve deniyim dedim ve güzelim filtre kahveyi tarçınla pressledim, içine de taze elma suyu koydum, şeker attım, bir yudum içtim ve direkt lavaboya döktüm..

* Kaç aydır ne yapsam dolduramadığım ttnet kotam, 2010 un ilk günü son hızla bi anda arttı ve bugun 2,5 oldu! Baştan söylemek isterim ki her zaman girdiğim siteler dışında bir siteye girmedim ve bir başkasının da girmesi imkansız! Bir şeyler oldu ama ne?

* Yemek programlarının her türlüsünü seviyorum.. Yalnız, seviyesiz yarışmacılar İgünümü malesef şenlendirmiyor..

* Dvd miz yılbaşına birkaç gün kala bozuldu, yani biz öyle sandık! Tamirci bir hafta sonra verdi ve sorunun dvd ' de değil, bağlantı kablosunda olabileceğini söyledi.. Her sene uygulanan "geleneksel yılbaşı ertesi gün film izleme şenliği"nden mahrum kaldık!

* 2009' da yarım bırakıp okuyamadığım 2 kitap: "On The Road" - Jack Kerouac ve "Kinyas ve Kayra" - Hakan Günday.. İkisini de çok zevk alarak okudum ama yarısında depresyona girdim, o yüzden bırakmak zorundaydım.

* Evde yapılacak güzel kahve tarifleri olanlar varsa paylaşabilir mi?

* Brüksel lahanalarını ortadan kesip tavada az tereyağında soteleyin hafif yansın, üstüne krema dökün. mmm..

7 Oca 2010

LOST - The Last Supper



Bu fotoğraf size bir şeyler anımsattı mı? Evet, İsa'nın Son Akşam Yemeği "The Last Supper"..
Görüldüğü üzere sevgili blogger, sevgili John Locke tam da İsa'nın oturduğu yerde.. Her karakterin John'a bakması ise "acaba" dedirtiyor.. "Aym a torçırır" Sayid'in ve sevimli Hurley' in önlerinde de bi kafatası var, ölmesin be adamlar giderayak.. Hadi bakalım diyorum..

** Bu arada şu linkte lost ve karakterler hakkında bilmemiz gereken bilgiler toparlanmış.. Yeni sezon başlamadan üstünden gitmekte fayda var, dersimizi çalışalım gençler..

6 Oca 2010

Sokrates' in Son Gecesi




Ne zamandır gitmek isteyip de bir türlü bilet bulamadığımız bu oyuna dün akşam nihayet gidebildik, Cevahir' deydi, koştur koştur bu yakadan taa Avrupa Yakası'na geçtik, neyse yetiştik hatta ben indirimde olduğunu iddia eden birkaç mağazaya bile bakındım oyuna girmeden:)

Evet, geçelim oyunumuza..Yer yer spoiler içerebilir, bilginize..

Konusu, Sokrates'in Baldıran zehrini içip öleceği gece, gardiyanıyla arasında geçen diyalogları çoğunlukla içeriyor.. Oyunun yarısına doğru Sokrates' in karısı geliyor, nispeten oyun hızlanıyor.. Bu konuşmalarda daha çok adalet, demokrasi, savaş, iktidar gibi konular geçiyor, aynı zamanda büyük felsefe dünyasından isimler geçiyor..
Ben felsefenin geçmişini iyi bildiğimi söyleyemem, zira isimler bana çok yabancı geldi, bir iki isim dışında duymadığım isimler söylendi..

Benim bu oyun hakkındaki yorumuma gelince, açıkçası aradığımı bulduğumu söyleyemem, oyuncular zaten hepimizin yakından tanıdığı çok büyük isimler, ondan şüphem yok, ama oyun fazlasıyla boştu bence, konu yavandı, içimden geçirdim, bu oyunu felsefeden iyi anlayan bi yazarımız oturup yazsaydı, hafif espirili, bol bilgi verici, sıkıcı olmayan, o zaman tadından yenmezdi, ama bana bu oyunu izlemek hiç ama hiç bir şey kazandırmadı, onu açıkça söylemeliyim..
Olumlu düşüncelerimde yok değil elbette, ama oyunun sonlarına doğru:) Sokrates' in karısının yaptığı konuşma mesela harikaydı, gardiyanın Sokrates'in yerine geçmesi ve "SOKRATES OLMAK NE GÜZELMİŞ" diye bağırması müthişti..

Her neyse, hayal kırıklığı ile çıktık oyundan ve gecenin bi köründe kendimizi Barış'la yemeğe verdik..

Oyuncular: Melek Baykal, Mustafa Uğurlu, Mehmet Ali Kaptanlar
Yazan: Stefan Tsanev
Yönetmen: Metin Belgin

5 Oca 2010

Portobello Cadısı (a bruxa de portobello)


Bir Paulo Coelho romanı daha.. Ben bayadır yani şöyle söyliyeyim, Simyacı'dan beridir kendisini okumuyordum, evet baya olmuş sanki:P Belli bir sebebi yoktu, bu kitabın konusu ilginç geldiği için Tüyap'tan almıştım..

Konusunu kısaca yazayım, gerçek adıyla Şirin olan ama kendisine "Athena" denmesini isteyen, sıradan olmayan, enteresan bir kadının hayat felsefesini nasıl kurduğunu, nasıl yaşadığını, duruşunu, iç dünyasını anlatıyor.. Ama bunu Athena değil, onu tanıyanlar anlatıyor, kısa kısa örneğin bi annesi anlatıyor, hikayenin kalan kısmını bir başkası tamamlıyor, öyle devam ediyor..

İlk başladığımda çok etkilendim, heyecanla okudum, ama sayfalar ilerledikçe tempomda bi düşme oldu farkındayım, hala elimde kitap ve neredeyse 20 gün oldu.. Ama bitiricem, zira sonunda bu sıkıntıya değeceğini hissediyorum.. Klasik bir şekilde yazılmış bir kitap değil, kesinlikle değil.. O yüzden farklı bir şey denemek isteyenlere tavsiye edebilirim..

4 Oca 2010

Evde Sıkılırken Yapılacaklar


* Tv' de yayınlanan bilumum saçmalıklar izlenip eğlenilebilir.. Sabah programı biter, yemek programları başlar, ben onu muhakkak izlerim, izler gaza gelirim. E akşama da nası olsa bi dizi vardır izlenecek..

* Beyniniz bir miktar sinyal verir, anlamı tv'yi kapat demektir, hemen kapatıp bilgisayarın başına geçerseniz, hatta kesmezse kucağa laptop alıp da, tv'nin başına geçebilirsiniz..

* Eğer hafif bir baş dönmesi ya da mide bulantısı yaşarsanız, laptop' u çatt diye kapatmanız gerekir, kalkıp bi çay demleyin kendinize bari..

* Eğer benim gibi bir yemek yapma delisi bi insansanız buyrun mutfağa alalım sizi..

* "Ne zamandır yapmaya vakit bulamadığınız işlerinize ayırın bu saatleri" diyip kadın dergileri vaazları vermicem merak etmeyin, ama artık tozların sağda solda topak oluşturduğunu fark ettiyseniz, biraz süpürme işleminden zarar gelmez, hem rahatlatır hafiften bünyeyi..

* Nostalji bazen iyi fikirdir, açın Youtube' u, yazın "Biri Bizi Gözetliyor" diye, allaaaah, eğlenin olabildiğince, ardından da gidip bi siesta yapın gelin, ben öğlen uykusuna hayatta katlanamam, ama siz kolay uyuyorsanız yapabileceğiniz en güzel aktivitedir..

* Kocanızı saatte bir arayıp daraltın, biraz zaman geçer.

* Kalkın bi markete gidin, tüm kutuların içindekiler bölümünü okuyun, kıl bi müşteri gibi davranın, çikolata falan alıp çıkın..

* Son önerimde, kendinize bi blog açın, saat başı yorum gelmiş mi ya da izleyici sayısı artmış mı diye nafile nafile bakınıp durun. Bir şeyler çiziktirin.


2 Oca 2010

Korhan Futacı ve Kara Orkestra & Dandadadan


Ne güzel grubumuzdun be sen dandadadan! Noldu da dağıldın gittin valla tebrikler..

Biz öylesine yağmurlu bi günde, öylesine girdiğimiz bi barda, öylesine bir şeyler dinlemek isterken böylesine güzel bir grup keşfettik! Hemen albümü edinildi, bağra basıldı.. Ama sonra ne oldu? Dağıldılar.. Sinirlendik önce, sonra hüzünlendik bi anda..

En son yine Peyote'de Korhan Futacı' yı "Korhan Futacı ve Kara Orkestra" adlı grubuyla izledim, müthişti.. Sanırım adam ne yaparsa dinleyeceğim, öyle hissediyorum, saksafonu böylesine çalan ve böylesine güzel söyleyen bi adam Korhan Futacı..

Dandadadan ' dan önce "Tamburada" vardı sonra Dandadadan ve en son "Kara Orkestra"..
Albüm istiyoruz kendisinden..

Şurada Korhan Futacı ve Kara Orkestra' nın MySpace sayfası, burda da Dandadadan 'ın sayfası mevcuttur, iyi dinlemeler..